Yazımız 1 Temmuz 2024 tarihinde güncellenmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar Sözleri…
23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul’da doğan Ahmet Hamdi Tanpınar 24 Ocak 1962 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Türk romancı, öykücü, şair, öğretmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi, siyasetçi kimlikleri vardır.
Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar; “Bursa’da Zaman” şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok alanda eser veren sanatçının başlıca eserleri Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanları, Beş Şehir adlı şehir monografisidir. Bir bilim adamı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir. TBMM VII. dönem Maraş milletvekilidir.
Bu ünlü yazarın eserlerinden yaptığımız alıntılardan bir derleme hazırladık…
Ahmet Hamdi Tanpınar Sözleri
Ben şimdi saatlerimi üşengeçliğe ayarladım.
“Yoksulluğa alıştım, ihtiyarlığa alışamadım..”
“Saat Allah’ı bulmanın en sağlam çaresi idi”
“Elbisem çok eski olsun….Fakat bahçemde en iyi güller yetişsin.”
İnsanın sevdiği bir ev olunca, kendisine mahsus bir hayatı da olur.
Fikirlerimiz, onları taşıyacak kudrette olduğumuz nispette bizimdirler.
Kendi kendime biz gurbetin insanlarıyız diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar.
“Bazı kapıların bize kapalı görünmesi, önünde değil, arkasında bulunduğumuz içindir.”
Bizim memlekette aranan kaybolur. Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir.
“Artık hiçbir şeye inanamıyordum. Fakat korkmuyordum da. Olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. Artık hürdüm..”
Nereye gitmeliydi? Vakıa içindeki sefaleti beraberinde taşıdıktan sonra her yer birdi. Sonra, bir yere gitmek, insanlarla temas etmekti.
İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.
Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir işe yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır!
İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbir zaman alamaz.
Bu daima böyledir. Hadiseler kendiliğinden unutulmaz. Onları unutturan, tesirlerini hafifleten, varsa kabahatlilerini affettiren daima öbür hadiselerdir.
Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.
“En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey; bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.”
Mesele, okuduklarımızın bizi bir yere götürmemesinde. Çoğumuz seyahat eder gibi, benliğimizden kaçar gibi okuyoruz. Halbuki kendimize mahsus yeni bir hayat şekli yaratmak devrindeyiz.
Bazen düşünüyorum, ne garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?
“Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir. Asıl mesele, birbirimize hayatlarımızı verebilmektir. Baştan aşağıya, sadece bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkabilmektir.”
Başka yerime isabet etseydi, muhakkak ölürdüm. Fakat kelimeler böyleydi. İnsanın doğrudan doğruya kalbine veya gözüne, yahut kafatasına gelmezlerdi. Düşünce denen o acayip ve gizli şeye, o jelâtin yığınına isabet ederlerdi. Onun için birdenbire öldürmezler, bir daha kaybolmamak, sizi bırakmamak için oraya gömülürler, oradan yavaş yavaş gizli ve açık, sizi zehirlerlerdi.
“Bu akşam rüyamda Leylâ’yı gördüm,
Derdini ağlarken yanan bir muma;
İpek saçlarını elimle ördüm,
Ve bir kemend gibi taktım boynuma,
Bu akşam rüyamda Leylâ’yı gördüm.
Leylâ.. Elâ gözlü bir çöl ahûsu,
Saçları bahtından daha siyahtır.
Kurmuş diye sevda yolunda pusu,
Döktüğü göz yaşı, çektiği ahdır.
Leylâ.. Elâ gözlü bir çöl ahûsu.
Bir damla inciydi kirpiklerinde,
Aşkın ıztırapla dolu rüyası
Bir başka güzellik var kederinde
Bir başka âlem ki ruhunun yası,
Sessiz incileşir kirpiklerinde…”