Yazımız 7 Haziran 2022 tarihinde güncellenmiştir.
Abdurrahman Cahit Zarifoğlu Türk şair ve yazar. Çocukluğu Siverek, Maraş ve Ankara’da geçti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatını bitirdi. 1940 Ankara doğumlu olan Cahit Zarifoğlu 1987 yılında yani 47 yaşında kanserden vefat etmiştir.
Şiir Kitapları: İşaret Çocukları (1967),Yedi Güzel Adam (1973),Menziller (1977),Korku ve Yakarış (1986)
Gülücük (1989),Ağaç Okul (1990),Günlük:Yaşamak (1980),
Masallar ve Romanlar:İns (1974),Serçekuş (1983),Ağaçkakanlar (1983),Katıraslan (1983),Yürek Dede ile Padişah (1984),Savaş Ritimleri (1985),Motorlu Kuş (1987)
Tiyatro:Sütçü İmam,
Denemeler:Bir Değirmendir Bu Dünya (1987),Zengin Hayaller Peşinde (2006)
Vefat yıl dönümünde eserlerinden bir derleme oluşturduk…
Cahit Zarifoğlu Sözleri
Kitap, zekayı kibarlaştırır.
Her fikrin karşılığı bir duygu vardır.
Düştümse sana bakarken düştüm.
Bir incelik gösterin, incinmesin yüreğim.
Ah şu yalnızlık kemik gibi, ne yana dönsem batar.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı.
Evlerde insanlar değil, adeta eşyalar oturuyor!
Filistin; bir sınav kâğıdı… Her mü’mîn kulun önünde.
Aradığımızın ne olduğunu biliyorsak, arayacağımız yer bellidir.
Az az ölüyoruz her gün yağmurdan, havadan bahseder gibi.
Bazen yağmur olmak ister insan. Yağmak ister sevdiğinin yüreğine.
Aklımdan çıkmıyorsun dedim. Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.
Evet, hatırladım küçük basit şeyler yetiyor kederlenmeye. Ya mutluluğa?
Ve insan en çok göğe vurgun Sonra zifiriliğe, Şiire, Ve hep Allah’a..”
Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz. Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım.
Müslümanlar için, olağanüstü durumlar söz konusu olsa bile, ilim tahsili aralıksızdır.
Ölü kalbimiz dirileydi hakka dönüp sadakayla yıkanaydık dünyaya hiç meyletmeyeydik.
Yüksek bina, büyük şehri, keşmekeşi, kalabalığı ve bireyin tehlikeye giren iç sağlığını simgeler.
Sevgisizliğin dayatıldığı coğrafyalarda aşk şiiri yazmak bile başlı başına baş kaldırmaktır.
Bir gün ister istemez karşısında olacaksın kaçtıklarının. Dua et o gün henüz mahşer olmasın.
Ehli takva olun, ehli secde olun. Farzları alenen yerine getirin. Nafileleri kendi nefsinizden bile gizleyin.
Şimdi yoksun üstelik uzaktasın ellerin yapayalnız biliyorum gözlerin dalıyor yine hep benim için olmalı.
Vicdanen rahat olmamız yetmiyor. Başkalarının hakkımızda yanlış kanaatler edindiğini görmek üzüyor bizi.
Ayrılıkla başım belada gözlerini çevir gözlerime yoksa ben sensiz bu sessizlikle. Deli gibiyim sensiz bu sensizlikle.
OKU emri, anlamını bilmeden okumak olmamalıydı. Anlamını kavramadan okunacak bir şey hayata uygulanamaz.
Hayalimin ayağı yere değmiyor henüz. Onun gerçekleşmesine dayanacak, onun yükünü kaldıracak topraklarım yok.
Ve önemli olan ‘an’dır. Onu; ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir.
Diline bir düğüm at ve otur. Dinle. Gıybet ve dedikodu, münakaşa ve cedel, su-i zanlarla dolu söz varsa ya durma ayrıl, ya da engelle.
Haydi, bir şeyler daha yazayım diye kaleme sarılmayın. Beklemeyi bilin. Susayınca, acıkınca nasıl anlıyorsak, yazmak anını da anlarız.
Ben seni kötüleyemem hiç. Çiçekli bir yol vardı yürüdüm derim. Ayaklarıma dikenler battı ama her ormanda olur böyle şeyler derim.
Evinizde, giyiminizde, mektubunuzda, işinizde, sözünüzde, namazınızda, duanızda, secdenizde, orucunuzda, insanlara ve hayvanlara muamelenizde hep güzel olun.
Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları
Bir dehliz kadar karanlıktır bazıları
Konuşurlar
İsterler
Susarlar
Kim kimden hesap sorar? Mazlum zalimden, haklı haksızdan, sömürülen sömürenden, gelen gidenden mi ? Yoksa hesap sormak, sadece güçlü duruma geçmiş olanın, güçsüzü, neyin adına olursa olsun, hesaba çekmesi mi demek?
Pencereden bakınca toprak ve ağaç görünmeli. Hava tertemizdir, yakınlarda sağlıklı bir dere akmaktadır. İnsan; tabiattaki insan ve eşya dengesine bakarak ve inanç içinde yastığa başını emniyetle koyar. Orada kader rahatsızlık vermez. Tabiata yakın olmakta kabusu dağıtıcı bir güç bulunuyor
Modern toplumlarda insan, hasta olmaya, doktor kontrolüne, ilaç kullanmaya istekli kılınmaktadır. Gazetelerin magazin sayfalarında tıp, şarlatanlıklarla ortaya serilip durmakta, bu sayfaların tiryakisi haline gelen insanlar her gün kendilerinde yeni yeni hastalıklar keşfetmektedirler. Ve böylece hastalık olmadığı halde sürü halinde hasta insanlar imal edilmektedir. Bunun çok tabi sonuçlarından biri olarak insanlar akın akın sihirli küçük maddeciklere saldırmaktadırlar:
«Yani ilaçlara.»
Caminin kapısında o kalın, deri kaplı ağır perde elini uzatana bir tül kadar hafiftir. İçeriye adımını atarken seni bir an kendisi ile duvar arasında sıkıştırır. Kolun tersine döner gibi olur. Omuzunu zahmetle içeriye alırsın. Her seferinde böyle olmasından anla ki bu yaptığı boşuna değil. Bunda bir kontrol bir hazırlama vardır. Senin, üzerine serpilmiş ölü toprağı ile girmene gönlü varmaz. Ondan arındırır. Ve içeriye ağzının etrafındaki, yanaklarındaki çepeller henüz yıkanmış, sekiz dokuz aylık bir çocuk yüzü gibi pırıl pırıl girersin. Ve imparatorluk ordadır. Dış dünya büsbütün hakir düşer.