Yazımız 22 Nisan 2024 tarihinde güncellenmiştir.
Duygu Asena Sözleri…
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi pedagoji mezunu olan Duygu Asena Hürriyet başta olmak üzere gazetelerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bir çok dergi çıkarıp yöneticilik yaptı. Gazeteci ve yazar olan Asena kitaplarındaki değindiği konular sebebiyle feminist yazar olarak anılır. Dönem dönem yasaklanan kitapları mahkemelerce tekrar basılmasına izin verilmiş ve filmleri çekilmiştir. İlk kitabı olan Kadının Adı Yok ile adını duyurdu. Sekiz adet kitabı olan yazarın kitaplarından yaptığımız alıntılardan bir demet hazırladık.
Google Duygu Asena’nın doğum günü olan 19 Nisan’a özel bir doddle yayınladı.
Duygu Asena Sözleri
Bazen sözcükler gerçekten yetersiz.
Karılarını döven erkeklerden tiksiniyorum
Susma konuş, içine atma, parantezleri kaldır yaşamından.
Yaşamak…Geçici olarak bize verilen güzel bir armağan
Mutlu son yoktur, çünkü son yoktur… Ama mutlu an vardır.
İçimin fotoğrafını çekebilselerdi, ”mutsuzluğun resmi” olurdu işte o.
(….)Komşunun tavuğunun dertleri bizim derdimiz değil de ondan güzel görünür.
Yalnız kalanlara hiç üzülmüyorum, kendi içlerinde yalnız olanlara acıyorum yalnızca.
Sevgi ve saygı olmadıktan sonra, isterse bin tane evlilik cüzdanları olsun, orası aile değildir.
Bir kez ve çok güçlü acı çekmek, yaşam boyu kronikleşmiş acıyı çekmekten daha kolaydır.
Güçlü olmalısınız, kendi gücünüze inanmalı ama gerçekten güçlü olmak için çabalamalısınız.
İnsanın hayatında onun yerine karar verecek birisi olmayınca gerçek gücü ortaya çıkıyor.
İnsanın kendini temize çıkartmak, içini rahatlatmak için bulduğu bahaneler tükenmiyor.
Eğer dönüp gittiğinde arkandan gelmiyorsa, o zaman dönüp giderek doğru şeyi yapmışsın demektir.
O nasıl olsa var, beni seviyor düşüncesi var ya.. İlgiyi azaltır, arzuyu bitirir, ateşi söndürür, kalpleri kırar.
Sevginin de kuralları vardır, üzerinde çalışmak, işlemek gerekir. Bakmazsan, uğraşmazsan, büyümez…
Aslında kim kimi yeterince tanıyabilir ki? Aslında insanın kendini bile iyice tanıdığından kuşkuluyum.
Kimse kimseden bir şeyler istememeli, beklememeli. Hele değişmesini hiç. Bilmiyor musun ki ben değişirsem, senin sevdiğin ben değilimdir artık ve sonra beni sevmezsin.
Neden ahlak yasaları kadınları en küçük bir davranışta suçlarken, erkekleri övgüyle anıyor? Neden bir cinse her şey serbest ötekine her şey yasak?
Bencil olmamak için yaşam boyu özveride bulunmak, hep kendinden vermek, onlar ne istiyorsa, öyle yaşamak gerekiyorsa.. Ben bencil olacağım..
Ondan telefon beklerken, yapmanız gereken işe konsantre olamıyor, bir kitaptaki cümleyi üç – dört kez okuyor, evden çıkmıyorsanız, bu aşktır…
Bir şeyi daha öğrendim: birisini zorlarsan, en doğal isteklerine karşı çıkarsan, Hayır dersen, o iş o birisi için çok büyük önem kazanıyor. Yapacağım diye sonuna kadar gidiyor.
İnsanlar atmaca gibi, elinden tutarken bile bunu da kendisi için mi yapıyor, ne kadar yüce gönüllü olduğunu göstermek için mi elimden tutuyor diye düşünmek zorundayız.
Yaşam öyle her şeye uzun uzun üzülecek kadar uzun değil. Üzgün geçirdiğimiz her saniye büyük bir kayıp, bu kayba değecek şeyler sınırlıdır. Gerçekten üzülünecek şeylere üzülelim, ama gerisine, hayır…
Hani nerede benim o gençliğimin mutluluğu, coşkusu, heyecanı?
Hani nerede o sersemce de olsa, bilinçsizce de koşuşturmalar, çılgın duygular? Hani insan gençliğinde nasılsa yaş ilerledikçe de aynı olurdu?
Anlamıyor musunuz siz, kendim olmak istiyorum, kendi adımla anılmak istiyorum ve erkeklerden, evlilikten yalnızca dostluk bekliyorum. Dostluk da saygıda eşitlikle olur, anlamıyor musunuz, eşitliğin olmadığı yerde ikisi de yok.
Oysa artık, ‘Öl desem ölecek’ türündeki beraberlikle inanmayacak kadar yaşlıyım. İnsanlar birbirlerine ‘Öl’ dememeli ve ‘Öl’ deyince kimse ölmemeli. Kimse, ‘Öl desem ölür’ diye gurur duymamalı. Kimse kimseden bir şey istememeli, beklememeli. Hele hele değişmesini hiç.
Ülkemizde milyonlarca kadın dövülüyor. Milyonlarca çocuk da, annelerinin dövüldüğü bir ortamda yetişiyor. Bu kadınlardan hangi üretim gücünü, hangi toplumsal sorunla ilgilenmelerini bekleyebiliriz. Bu çocuklardan yaşama nasıl bir bakış açısı umarız.
Sen sensin. Devam et ,ara, senliğini, mutluluğunu, özgürlüğünü ara. İnsanları tanıyorsun, tanıdıkça yıkılma, ezilme… Aksine doğrul, kalk. Sen o beğenmediklerinin önünde ezilme, onlar gibi olma. Onların kötülüğünü içinde taşıma. Güçlü olduğuna inan. Bizim durumumuzun çözümü bu, güçlü olduğuna inan.
İnsanın özgür olabilmesi için, bağlı olduğu ya da ona bağlı olan bir kedi bile olmamalı mı yaşamında… Sevmek mi insanı bağımlı kılan? Acımak mı insanı sinirlendiren? Kısıtlanmak mı insanı sevgisizliğe iten?
Özgür ve bağımsız olmak için, bir canlı, bir tek canlı bile olmamalı mı insanın yaşamında?
Özgürlüğün bedeli bu mu? Bu, yalnızlık mı?
İhtiyacımız olanı, yani aşkı yakaladığımızda, mutluluktan uçuyoruz ya da acı çekiyoruz, işte aslında önemli olan o mutluluk ve acı anı, aşk değil. Biz bunları yaşamayı seviyoruz aslında. Ama o anda yaşadıklarımız değil de bize bunları yaşatan önemliymiş gibi geliyor bize.
Yani eğer o an…aşk değil de bir başka şey bizi aşktan daha fazla uçurabilseydi, aslolan aşk değil, işte o şey olurdu.
Neden insanlar ilişkilerinin ilk günlerinde birbirlerini aldatmıyorlar? Birbirlerini deli gibi sevip çılgın gibi arzu ederken, birbirini görmek için olmadık bahaneler icat ederken, durmadan bedenleri birbirlerine değsin isterken, birbirlerini kırmamak için, ellerinden kaçırmamak için uğraşırlarken, kaç kişi gördünüz birbirlerini aldatan, hatta bir başka güzel insana yan gözle bakan ve onu fark eden? Ne zaman ki aradan zaman geçiyor, ne zaman ki insanlar o kahrolasıca kendi duvarları içine kapanıyor, ne zaman ki artık hep beraber oluyor, ne zaman ki artık dokunmak heyecanını yitiriyor, işte o zaman bir başkasına ihtiyaç duyuluyor.
Yaşamımın hiçbir anını boşa geçirmedim. Hepsinden yararlandım, bir şeyler öğrendim.
Şimdi yaptığım tüm yanlışları da görebiliyorum. Ama tümü de benim yanlışlarımdı, kimseye bir zararı dokunmadı onların. Birilerini incittimse de, incitmek için yapmadım. İncineceksiniz, inciteceksiniz. Durmadan özveride bulunmak mutluluk sağlamıyor, ne bulunan için, ne de bulunulan için. Ama demek ki eş olmak bir gereksinim, hep aynı kişiyle birlikte olmak, adının onunla birlikte anılması, aynı şeyleri düşünmek, aynı şeylerden hoşlanmak, tartışmak, güzellikleri, acıları paylaşmak bir gereksinim. Gecelerden bir gece, sabaha karşı sıkıntı içinde uyanıp elimi yanımdaki boşlukta gezdirip, çarşafın üzerini hafifçe okşadığımda, yüreğime, beynime ve bedenime hak verdim. Evet bir şeyler eksik ve ben o eksiklikle yaşayamıyorum, özgürlüğün bedeli yalnızlık olmamalı. Hiç kimseden, hiçbir şey beklememek, başını kimsenin omuzuna dayayıp ağlayamamak, kaskatı olmak, duygusuz görünmek.. Bu mu, özgürlük bu mu olmalı?