Yazımız 1 Haziran 2024 tarihinde güncellenmiştir.
İstanbul’un sembollerinden olan Erguvan ‘ın açma mevsimi olan Mayıs ayı geldi.
Eski takvimlerde Kasım Günleri denen soğuklar bitti ve 5-6 Mayıs tarihi ile yani Hıdırellez ile yaz günleri başladı. Hıdırellez ile başlayan yaz günlerinin çiçeği olan Erguvanlarda o muhteşem renkleriyle açtı ve açmaya devam ediyor. Başta boğaz olmak üzere kıyı boyu ve şehrin değişik yerinde rengarenk Erguvanlar ile yaza merhaba diyoruz. Sadece İstanbul’un değil bir çok şehrimizde Erguvan vardır. Bursa’mızın da sembollerinden olup 19.yy. kadar şenlikleri düzenlenmekteydi..
Erguvanlar bu 20-30 günlük kısa ömürleriyle bizlere renk cümbüşü yaşatırken bizde içinde Erguvan geçen şiirlerden ve sözlerden bir demet hazırladık.
Erguvan İle İlgili Sözler
Bahar oldu güzel, evde durulmaz
Bu mevsimde erguvana doyulmaz
(Bu beyit hoş ama bu salgın günlerinde biraz daha sabredip evde kalmalıyız)
Bahara, Boğaz’a ve dolayısıyla İstanbul’a en yakışan şey Erguvan.
Tuğba Tarakçı
Çınar ağaçları Devleti, Erguvan ise Halkı temsil eder
Ayşe Yandayan
Erguvanlar geçip gittiler bahçelerden, / Geriye sadece erguvanlar kaldı.
Hilmi Yavuz
Kültürümüzde gülden sonra adına bayram yapılacak ikinci çiçek erguvandır
Ahmet Hamdi Tanpınar
Mezarlıktan denize doğru
Bir erguvan yolculuğu
İki dünya birbirine dolaşıyor.
Bağbozumu Şarkıları, Şükrü Erbaş
Biraz bahar gerekiyor Allah’ım ben hiç iyi değilim
biraz çağla birkaç erguvan gerekiyor
Benim Meselem, İsmail Kılıçarslan
İstanbul surlarının üstünde çok eski bir sabah ezanının oracığa takılmış kırık parçasına benzeyen küçük bir camiin, Manavkadı Camii’nin yıkık duvarları arasında tek başına fırlamış bir erguvan ağacı vardır ki, bana gösterdikleri günden beri her bahar bir kerecik olsun ziyaretine gider, bu şehrin sabahlarindan toplanmış hissini veren mahmur bakışlı kandillerini seyrederdim.
Beş Şehir, Ahmet Hamdi Tanpınar
Nergis, baygın bakışına…
Karanfil, kandamlası rengine…
Lale, elif edalı duruşuna…
Gelincik, o nazlı yapraklarına…
Erguvan, baş döndüren renklerine…
Orkide, bir cemile geline benzeyen boyuna…
Kasımpatı, pembeli, mavili ışıldamalarına…
Gül ile Bülbül, Hüseyin Bayçöl
Marmara’da, Boğaz’ın sularında gün batımlarının ayak izleri hala erguvandır. Şeker pembeliklerinden portakal kızıllıklarına alacalanan renk cümbüşü… Bir zamanlar bu kıyıların yoğun yeşilliklerine, uzaklarda kat kat açılan sabahın mavi sisine vurup durmuş mor alacası da erguvan şenliğiyle tanımlanır… Adalet Ağaoğlu, Erguvan Fısıltıları
Dürr ü yakut ile nahl-i murassa sandım
Erguvan üzre dökülmüş katarat-ı emtâr”
(İnci ve yakut süslü bir fidan sandım, erguvan üzerine dökülmüş yağmur damlacıklarını görünce)
Bakî
Erguvan…
Bir şehre bir ağaç-çiçek,
Bu kadar yakışır ancak.
Sanki lâlelere, güllere, karanfillere eş,
İstanbul’un süsünü tamamlayacak.
Gömleğinin bir teli nasıl bütün diğer tellere benziyorsa öylece sen de alelade insanlara benzemek istiyorsun. Ben, sadece parlak olduğundan değil, fakat nereden kullanılırsa kullanılsın, orasını güzelleştirdiği için makbul sayılan erguvani renkte bir kuşak olmak isterim. Niçin bana başkaları gibi olmamı tavsiye ediyorsun? O zaman sadece iplik olacağım, kadife olmayacağım.
Epiktetos
Erguvan ağaçlarının,
o hüzünlü yaprakları karşılıyor,
yalıların arasından uzatıp dallarını,
Nakkaştepe’den inerken,
özlemle doldurduğum bavulumla beni;
İçinde, tarifsiz bir özlem İstanbul’a dair.
Selçuk Erat, “Erguvana Dair”
Erguvanlar açtığında İstanbul bir başka işvelidir. Başka sevilir. İstanbul yârin rengidir, yâr İstanbulludur; gönlümüze nirengidir. Ol dilrüba İstanbul’da daha çok sevilir.
İstanbul biraz da Bâki’dir, hoş sadası duyulan. Sümbülzâde Vehbi’dir muzırca, Şeyh Galip’dir edeplice. Daha ziyade Nedim’dir çapkınca. Acem mülkü nedir ki, bir sengine canlar feda edilir. İstanbul, erguvanlar açtığında karşılıksız sevilir…
İbrahim Kilik
Erguvan şenliği, baharın bütün güzelliğiyle kendini gösterdiği erguvanların rengârenk açtığı günlerde Emir Sultan halife ve müridlerinin, Osmanlı ülkesinin dörtbir yanından kalabalıklar hâlinde Bursa’da Emir Sultan dergâhına gelerek, bir hafta boyunca zikr u tevhid icra etmeleri, diğer tekke ve dergâhları ziyaret ederek sohbete katılmalarıdır. Bir hafta süren bu fasıl çeşitli toplantılar, davetler, şehir gezileri ve benzeri cemiyetlerle şenlenir; bu durum, şehirde bolluk, bereket ve meserret olarak algılanırdı.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Koyu gölgeleri ile mor salkımlı evlerinden
İstanbul sana ne kaldı
Ne kaldı eflatun kokuların döneminden
Erguvan renkli geceler
Lacivert düşleri ile çelişkide
Pembe turuncu gün batımları nerede
Yok ettiler çağ devleri mor salkımlı evleri
Eli baltalı adamlar
Yıktılar yere mor salkımları
O an bütüüüüüüüüüüüün istanbul mora boyandı
Mağribî akşamların gölgesi kaldı
Serap Yeşil “Senin Rengin Erguvandı İstanbul
Her sene yalıya dönünce baharın genç tenli, uzun boylu, mavimtrak günlerine kavuşurduk. Hayat sanki yeniden doğar, ağaçlar yeşillenir, beyaz ve pembe çiçekleri ve erguvanlar da lalden alevlerini açarken. Çiçek kokularıyla dolgunlaşan hava gönlümüzü bir saadetle kaplar. Her şey kolaylaşmaya, revanlaşmaya başlar… Boğaziçi’nin kendine mahsus tatlı bir sessizliği ve onunla iç içe geçen, bütün günler ve geceler boyunca devam eden ve değişen kendine mahsus sesleri vardır…
Abdülhak Şinasi Hisar
Bugün ben bir güzel gördüm
Hilal kaşı keman olmuş
Dili bülbül saçı sümbül
Yanağı erguvan olmuş.
Ahmet Özdemir
Biz, İstanbul ve Boğaz’ı ihmal edenlerin, tabiatın Boğaziçi’ni pembeleştiren erguvanlarından haberi yoktur.
Neden İstanbul’da mayısa erguvan demezler, neden Boğaziçi’ne ‘Erguvan Boğazı’ demezler?
Erguvanı Boğaz’da görmeli, karadan geçip gitmek hem Boğaz’a hem de erguvana hakarettir.
Erguvan yerlerinde gidip görülse, meselâ Boğaziçi vapurlarının ters istikamete giden boş zamanlarında her iki sahili görecek bir yerine oturup temaşaya dalınsa, şu ilhâmları insanoğluna verebilir mi dersiniz? Verir, hem fazlasıyla.
Erguvana şiir söyleme, anlatamazsın. Kendisi şiir. Gör ve duy, kâfi.
Süheyl Ünver, Erguvan ve Boğaziçi
Kim bilir ki dün’dür, ölgündür kalbimiz
Yollarsa her zaman biraz küskündür
Yokuşlarda ve inişlerde…
Zamandır seni sardığım kumaş
Bekledin örtünsün ki yavaş yavaş..
Erguvandın, kayboldun dile gelişlerde.
Hilmi Yavuz
‘Eski İstanbullular, özellikle Boğaziçi sakinleri cemrelere, nevruza dikkat etseler de asıl baharın geldiğine erguvanların çiçek açmasıyla kani olurlardı. Dev gibi çamların, çınarların, kestanelerin arasında kaybolmuşken nisan sonlarına doğru birdenbire çıldıran çiçekleriyle baharın saltanatını onlar tek başına yürütür. 1940’larda, adı çoktan değişmiş de olsa halâ Şirket-i Hayriye denilen vapurların gedikli yolcuları, kaptanın sanki her seferinde Boğaz’ın gizli bir köşesini göstermek ister gibi usta manevralarıyla, hiç beklemedikleri küçük bir dönüşünde tepelerde, yamaçlarda, kıyılarda, köşklerin, yalıların bahçelerinde açık mor mu, eflâtun mu, pembe mi, hayır hiçbiri değil, o kendi ismini taşıyan rengiyle erguvanlarla karşılaşırlardı. O zaman, hilkatin ustalar ustası ressamının fırça darbeleriyle bütün Boğaz, göğü ve deniziyle erguvan olurdu.”
Ufku bir fırçada has bahçeye döndürdü bahar
Erguvan göklerin altında sular leylâkî…”
Orhan Okay, Boğaziçi Hâlâ Güzel
Aşağı yukarı pembedir erguvan. Hafifçe, gizlice mavimsi. Ama öyle her hangi bir mavi de değil; çivit mavisi vardır ya bildiğimiz, işte o maviye çalar gizlice. Erguvan, o muhteşem renk, çokça şarap kırmızısı, pek az çivit mavi ve bolca beyaz ile ulaşabileceğiniz fevkalade zengin bir renktir. Burada renklerin ton farklılıklarına girmek olanaksız, ama yine de şu kadarını söylememe izin verin; beyaz kadar açık değil, siyah kadar asla değil, orta-açık tondaki bir gri kadar açılmış, ışıklı bir renktir erguvan. Buna karşın, ana renkler arasında adı geçmediği gibi, nedense biz renk kullanıcıları da ona erguvan demeyi ihmal ederiz. Sözlüklerde böyle bir renk için; mavimsi pembe gibi tanımlar yer alır… Neden? Zira boyalardaki bu renk, bu muhteşem çiçekten değil ama Lübnan kıyılarına vuran bir deniz kabuklusundan elde edilmiştir.
Mehmet Yaşin, “Ünay Kızıltan”ın erguvan rengini anlatan cevabı
Yalnızca erguvanlar kaldı
Çocukluğumun Ankara’sından hatırladığım iki tuhaf şey var. Birisi sokağımızdaki büyük erguvan ağacı, öteki de leylak ağaçları. Ne erguvan çiçeklerinin rengi ne de leylakların kokusu uyuşurdu o zamanlar Doğu Bloku başkentlerine benzeyen Ankara’nın ağır havasıyla. Ama erguvan çiçekleri bu uyuşmazlığa aldırmadan, kısacık bir süre için bile olsa, o ağır havalı kente, inanılmaz bir güzellik katmayı sürdürürlerdi inatla.
Sokaktaki büyük erguvan ağacı bütün bir yıl öyle sakin, sessiz durur, sonra birden aykırı renklerini sergileyen çiçeklerini açıverirdi baharda. Ciddi bir ortamda ayıp bir şey söylemiş bir çocuğa benzerdi o haliyle. Hangi gün çiçek açacağına iddiaya girerdik. Bazen iddiayı kimin kazandığını bile anlayamadan kaybolur giderdi çiçekleri. Leylaklar da erguvan çiçekleriyle aynı anda açardı. Yanlarından geçerken insanın genzini yakacak kadar yoğun kokarlar ve sanki erguvan ağacının kokmayan çiçeklerinin kusurunu örterek onun başkaldırısına eşlik ederlerdi.
İstanbul’da çok sık görmeye başladım erguvan ağaçlarını. İstanbul’un meydanlarına yapılan o ucube demirden ağaçları içlerine sindirememiş olsalar gerek ki protestoyu güçlendirmek için giderek çoğalıyorlar sanki. Kısacık süreli bir protesto bu. Hepsi hepsi on beş, yirmi gün. Sonra kaybolup gidecekler. Yani bütün o başkaldırı yalnızca on beş yirmi gün sürecek. Sonra yine o kimin, niçin yaptırdığı anlaşılamayan çirkin, demirden ağaçlarla kalacağız orta yerde.
Her gördüğünüz yerde durup bakın erguvanlara. Çünkü yalnızca onlar kaldı çirkinleşen, tekdüzeleşen çevreye başkaldırıyı inatla sürdüren.
Mahfi Eğilmez