Yazımız 28 Haziran 2021 tarihinde güncellenmiştir.
1866 da Rusya’da doğan ve 1925 yılında genç denecek bir yaşta Paris’te vefat eden hatip, gazeteci,yazar ve düşünürdür.
Din görevlisi olarak eğitim aldıktan sonra Kiliseye aykırı görüşleri olduğu için mesleğinden kovulmuş. Rusya’daki Bolşevik ihtilalinden sonra ülkesini terk etmiştir. Kısa bir süre İstanbul’da da kalan yazar “Bataklıklar Ülkesi” adıyla meşhur olan ama adı sonra “Beyaz Zambaklar Ülkesi”ne dönüşecek olan Finlandiya’da uzun süre kalmış ve yazdığı kitapla bir ülkenin yeniden doğuşunun destanını yazmıştır.
“Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabında yazar; tüm yoksulluğa, imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden, din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan iş adamlarına kadar, her meslekten insanın OMUZ OMUZA bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak şekilde gözler önüne sermektedir.
Ülkemizde en çok satılan yabancı eser kategorisinde bu yazarın yazdığı “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabı yer almaktadır.
Atatürk tarafından eğitim kurumlarına özellikle askeri okul müfredatına eklenmesini emretmiştir.
Aşağıda bu yazarın yazdığı başta “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” ve “İdeal Öğretmen” kitapları olmak üzere eserlerinden yapılan alıntılardan bir demet sunulmuştur
*******
Aşağıdaki kısa videoda Barış Bey Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitaptan 1 sayfa okumaktadır. Okumadan sonrada biraz da yazar hakkında bilgi vermektedir.
Tanrım, beni dostlarımdan koru, düşmanlarımla kendim baş ederim.
Sizin göreviniz bir mum gibi yanarak, halkı aydınlatmaktır.
Bacakları öküz ayağı gibi güçlü ama beyinleri koyun beyni gibi zayıf insanlar bizim idealimiz değildir.
Hayatın parazitleri, dağıtıcıları değil de mimarları olun.
Okulumuzu elimizden aldığınız an biz de biteriz. Tıpkı mayasız hamur gibi çökeriz.
Her halkın içinden hem büyük şahsiyetler hem de aşağılık insanlar çıkabilmektedir. Bunlardan hangisinin iktidara geleceğini belirleyen temel etken halk kitlelerine hakim olan ruh halidir.
Burada hepimizin hayatı ve çalışmaları sorgulanmaktadır aslında. Kendi ülkemizde ne işle meşgulüz, halkımızın kaderinde nasıl bir rol üstleniyoruz?
Eski bir söz vardır: “Yeni toplumlar yeni şarkılar üretirler.”
Milletin kafasındaki karanlığı yırtmak için deniz feneri kadar ışık saçan büyük lambalar ve projektörler gereklidir.
Eğer Tanrı senin cezanı vermemişse, kendini düzeltmeni beklemiştir.
Zaman geçtikçe yeni nesiller geliyor. Yeni anlayışlar, yeni hedefler ve yeni istekler oluşuyor. Ve bu yeni nesilleri eski, köhnemiş kurallarla yönetemezsiniz.
Kendimize ve halk kitlelerine çalışkanlık, azim ve disiplin, güçlü irade aşılayalım, bu özelliklere sahip nesiller yetiştirelim.
Herkes yaşam şartlarının zorluklarından, çekilen acılardan şikayetçi, ama kimse yaşamı düzeltmek için bir şeyler yapmak istemiyor.
Yolunuza engeller çıkacak, başarısızlıklar olacak, düşmanlarınız, yaptığınız işe karşı gelenler bazen zafer elde edecekler, ama siz sönmeyin. Ümitsizliğe kapılmayın! Hiçbir zaman ellerinizi indirerek vazgeçmeyin!
Çocukların önünde onların size saygı duyacakları ve sizi, sahip olduğunuz erdemler sayesinde sevebilecekleri gibi davranın.
İnsanlar kendi aralarında ki anlaşmazlıkları, daima kavga ve gürültü ile çözerler. Hatta Allah’ın varlığını ve iyilik fikirlerini bile sopa ile savunmak isterler.
Düşünceler anlamsız, mantıksız, safsatalarla dolu olursa, o düşünceler hastalıklıdır. Bir de toplumsal yaşayış akıldan, mantıktan uzak, faydasız, zararlı birtakım görenek ve geleneklerle dolu olursa yaşam felce uğrar, ilerleyemez, gelişemez.’
Eğer gençliğin ruhunu tarım yapılmayan bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız, orada yabani otlar ve dikenler biter. Anne ve babalar da çocuklarının kalplerini ve beyinlerini işlemeden kendi hallerine bırakırlarsa, orada da istenmeyen huy ve davranışlar baş gösterir.
Lamba (gaz lambası) doldurulunca her şey yolundadır, ne yapayım, diye sormaz o. Yanıp çevresine tertemiz, güçlü bir aydınlık saçar. sizde birer canlı lamba olunuz, her biriniz, yaşamın sizi koyduğu yerde işiniz gücünüzle yanıp çevrenizi aydınlatınız!
Milyonlarca halk bedenen, ruhen, fikren ve ahlaken çürüyor da, hiç kimse bu kokuşmuşluğu görmüyor. Herkesin karakteri bozulmuş veya herkes bu yozlaşmışlığa alışmış da bunu doğal bir durum sanıyor sanki. Ama bu böyle mi olmalıdır?
İnsanları şehir dışlarına çıkarmak lazım, onları koşmaya, zıplamaya ve doğayla iç içe yaşamaya zorlamalı. Derin nefes almayı öğretmeli.
Devlet adamları iyi veya kötü, kahraman veya zalim olsunlar, onlar kendi milletlerinin birer aynasıdır. Onlar milli ruhun birer kopyasıdır. Onlar halkın içinden doğmuştur. Bir toplum nasılsa yöneticileri de onlar gibidir. İşte bundan dolayıdır ki öteden beri: “Her millet layık olduğu yönetime ve yöneticilere sahip olur” denilmiştir.
Bir kimse sana vurduğu zaman, öfkelenip sen de intikam almak için ona vurmak istediğinde kendini kaybetme. Yalnız düşmanına karşı değil, kendi nefsinin arzularına karşı da sağlam dur! Bir suçlama ile karşılaştığın zaman bile kendine hâkim olmayı bil!..
-Gözleri sizin gibi olan insanlar öldürmezler.
-Benim gözlerim nasıl ki?
-Hüzünlü ve derin bir kederle dolu gözler.
Eğer zamanınız varsa bu kadar çeşit içkinin hazırlanması için ne kadar yiyeceğin, içeceğin ve emeğin boş yere ziyan edildiğini rakamlarla tespit edebilirsiniz. Basit bir tahminle bu uğurda milyarlarca kilo buğday, çavdar, patates, arpa, üzüm, erik vb. harcandığı anlaşılır. Eğer insanların alkol bataklığına saçıp savurdukları milyarlarca kilo ekmek, erik, incir ve üzümün hepsi bir araya toplansaydı hiçbir zaman dünyada açlık ya da yiyecek pahalılığı olmazdı.
Çocuklara sürekli “Yalan söyleme, kimseyi kandırma! Bu iyi değil, şunu yapmak kötüdür, günahtır! Tanrı bundan hoşlanmaz ve sizi cezalandırır” diyorlar. Ama kendileri yalan söylüyorlar, kandırıyorlar. Birbirlerine, başkalarına, çocuklarına yalan söylüyorlar.
Çelişki
İçinde alkol bulunan içecekleri mayalamak için, dünyada binlerce fabrika vardır. Bu fabrikalarda yüz binlerce işçi çalışmaktadır. İşte bu işçiler, insanların ihtiyacı olan milyonlarca ton gıdayı, bir taraftan zehire dönüştürüyorlar; diğer taraftan da, ‘niçin dünyada yaşayan insanlara yiyecek ekmek bulunmuyor; niçin buğday, mısır, patates, pirinç fiyatları gittikçe yükseliyor; niçin insanlar açlıktan ölüyorlar?’ diye hayattan yakınıyor ve şikâyet ediyorlar.
Eğer yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, çalışmak isteseler ve gerçekten çalışmaya başlasalardı, dünyamız bir cennet olurdu. Burada herkes her istediğini bol bol bulabilirdi. O zaman yeryüzü daha başka, daha güzel olurdu. İnsanların yaşayışı da değişir; yani her bir insan daha akıllı, daha iyi, daha mutlu olurdu.
”Baylar! Körebe oynamaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? Vatanseverliği, halk sevgisini, kültürel gelişime sağladığınız katkıyı bağırarak anlatıyorsunuz. Kendiniz halk ve vatan için, kültür adına ne yaptınız,söyler misiniz? Bazıları utanmadan, inatla ve haince bir arsızlıkla bu ”değerli vatanı” talan ediyor, ”sevgili halkını” soyup soğana çeviriyor. Diğerleri bürolarda, yayınevlerinde aylak aylak vakit öldürüyor, okul ve üniversitelerde memur olarak çalışıyor. Ve bütün bunlar olurken ”sevgili halkı” temsil eden milyonlarca insan maddi manevi çöküşe sürükleniyor, sakat kalıyor, içip kendini kaybediyor, kalpleri kin ve öfke doluyor. Halkın temel değerleri giderek yok oluyor.” Beyaz Zambaklar Ülkesinde Kitabından