Yazımız 9 Mart 2023 tarihinde güncellenmiştir.
İoanna Kuçuradi Sözleri..
4 Ekim 1936 tarihinde İstanbul’da doğan Prof. Dr İoanna Kuçuradi Değer felsefesini temel alan bir yaklaşımın öne çıkmasını sağlayan bir yazar ve filozoftur.
1973 yılında Varna’da gerçekleştirilen XVI. Dünya Felsefe Kongresi’ne ilk kez katıldığı sırada edindiği izlenim sonucunda Türkiye’nin ülke olarak bu kongrelerde temsil edilebilmesi için gereken bir mesleki örgütün kurulması ihtiyacından hareketle 1974 yılı başlarında Ankara’da “Felsefe Kurumu” adıyla kurulan derneğe öncülük etti. Türkiye Felsefe Kurumu’nun 1980 yılına kadar genel sekreterliğini yürüten Kuçuradi, o yıl Nusret Hızır’ın ölmesiyle başkanlığa getirildi. 1982’de Uluslararası Felsefe Kurumları Federasyonu’nun yönetim kurulu üyeliğine seçilerek 1988’de genel sekreter oldu. 1998’de ise federasyonun başkanlığına getirildi. Başta Goethe Madalyası olmak üzere birçok uluslararası ödülü olan İonna Kuçuradi, 2003 yılında düzenlenen 21. Dünya Felsefe Kongresi’nin Türkiye’de yapılmasına öncülük etti. UNESCO, 21. Dünya Felsefe Kongresi’nin başarılı bir şekilde yapılmasına büyük katkısından ve bu alanda yaptığı bilimsel çalışmalardan dolayı, İoanna Kuçuradi’nin, 2003 Felsefe Ödülü’ne layık görüldüğünü bildirdi.
İoanna Kuçuradi’nin eserlerinden yaptığımız alıntılardan bir demet hazırladık…
İoanna Kuçuradi Sözleri
İnsan hakları, kişi haklarıdır ama bütün kişi hakları insan hakları değildir.
İnsanlar üzerinde pek çok şey söylenir, ama insandan söz edilmez hiç.
Her büyük düşünür kendi çağının insanı olduğu kadar, gelecek çağların da çocuğudur.
” Her -ism bir genelleme, bir sınır aşma, bir toptan açıklama ya da bir soyutlamadır. ”
Dünyaya «dışardan» bakıldığı, karşıdan bakıldığı sürece, var olanın kabuğunun ötesine geçilemez
Bir kişiyi ele veren değer yargılar değil, değerlemeleridir -fiilen yaptıkları, ortaya koydukları, yaşadıklarıdır.
Hiçbir insan hakkının ya da insan hakları grubunun korunması, başka bir insan hakkının ya da hak grubunun korunması adına bir ülkede ertelenemez.
“Nerede canlı bir varlık buldumsa, orada boyun eğmenin sözünü de duydum. Her canlı varlık boyun eğen bir varlıktır”.
Dünyada kötülük hemen hemen hep, bilmemekten gelir; iyiyi isteme de, aydınlanmamışsa, kötüyü isteme kadar zarar verebilir.
Felsefe eğitiminin ana görevlerinden biri, kişileri, insan onurunun nerede tehlikeye düştüğünü görebilecek bir gözü kazandıracak şekilde, olabildiğince erken eğitmektir.
Kişilerin insan olarak olanaklarını gerçekleştirip geliştirebilmelerini engelleyen her koşulun tersinin istemi birer “insan hakkı”dır.
Temel insan haklarının korunmasını sağlamayı temele almadan yapılan her anayasa ve bu haklarla ilgi kurulmadan çıkarılan her yasa, kurulan her kurum ve kuruluş, pozitif hukuku kötüye kullanmak olur.
Bu yeryüzü yuvarlağında, bir insansal varlık olarak var olmak, ilk özgürlüğü oluşturur. Bu ilk özgürlüğün somutlaşması da, ilk hakkı, temeldeki ilk hakkı oluşturur. Ve buna biz “yaşam hakkı” deriz.
İnsan onuruna, kendi onurumuza, uğradıklarımızla değil, yaptıklarımızla zarar veririz, çünkü yaptıklarımızdan sorumluyuz, başkalarının bize yaptıklarından değil. Bir şeyi yapmak veya yapmamak kendi elimizdedir.
Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca. Korkarım, insan hakları tehlikeli bir kavram olmuştur bile. Felsefe onları yeniden ele almalı, içeriklerini didiklemelidir.
İnsan hakları, her insanla ilgili bazı gerekleri dile getirirler. Bu gerekler, insanın değerini tanıma ve koruma istemleri olarak, yani insanları yalnızca insan oldukları için koruma istemleri olarak ortaya çıkarlar.
Filozofun, yani felsefe alanında yeni ve doğru bilgiler getiren bir insanın, “yalnız” olması gibi bir zorunluluk yok. Bir filozof, filozof olmaktan önce bir insandır. Bir tek “dost”, yalnız olmaması için yeter.
Hür insan yalnız kalmak ister; kendi işi için yalnız kalmak ister: o, yalnız kalabilen insandır. O, kendi kendine yeter. Kendi gibileriyle yapmadığı konuşmalar lâftır ancak. O, yığına veya sürü insanına söz söylemez; kendi gibileri ve kendi gibi olacaklarla konuşur
Yaygın ve örgün eğitimde insan hakları eğitimine yer vermek, kendi başına bir varlık olarak devlet anlayışıyla bağdaşabilen ‘insan haklarına saygılı devlet’ kavramı yerine ‘insan haklarına dayalı devlet’ kavramını yaygınlaştırmak, temel insan haklarının mevcut koşullarda korunmasını sağlamayı ulusal politikaların ana amacı haline getirmek…
“Büyük insan” kimdir? “En yalnız kalabilen insan, en saklanmış,en ayrılan insan, iyinin ve kötünün ötesinde olan insan, kendi erdemlerinin ve istemesinin bolluğunun efendisi olan insan: en büyük insan bu olsa gerek. Bir bütün olduğu kadar çok yanlı, dolu olduğu kadar geniş olmak: büyüklük bu olsa gerek.”
“Birçok düşünürün ve şairin yazılarında sürüden kopmaktan duyulan kaygı, gönül acısı ve vicdan azabının izleri apaçık görülür: çünkü sürüden kopan yapayalnız kalmak zorundadır; yapayalnız kalabilmekse herkesin işi değildir. Ama harcanmayanlar, (…) öylesine güçlü olur ki -öylesine güçlü olmak zorunda kalır ki- sürünün onlardan korkmasına hak vermemek elden gelmez.
Şu anda dünyamız postmodernizmin yarattığı sonuçları yaşıyor. İnanmak psişik bir olgudur. Ve sadece dinde söz konusu değil. Yaşamlarına anlam katmaya çalışan insanlar, değerli şeylere anlam yükleyebildiği gibi, olur olmaz şeylere de anlam yükleyebiliyor. Bu da onları ayakta tutuyor. Ama bu olur olmaz şeyler, kendileri için de başkaları için de zararlı olabiliyor. Bunun için eğitimde insanlara değerli “şeyleri” anlamlı görmenin yolunu göstermek yararlı olur.
“İnanın bana! En büyük verimliliğin ve var olmadan tat almanın ürününü toplamanın gizi şudur: tehlikeli yaşamak! Şehirlerinizi Vezüv’ün üzerine kurun! Salın gemilerinizi araştırılmamış denizlere! Kendi gibileriniz ve kendi kendinizle savaş durumunda yaşayın! Korsan ve fatihler olun, hâkim olmadığınız, istediğinizi elde etmediğiniz sürece, siz Bilenler! Ürken geyikler gibi ormanda gizlenmiş ve yaşamanız için yetmesi gereken zaman uçup gider! Sonunda bilgi kendine uygun olan şeye elini uzatacak- hakim olmak isteyecek, elde etmek isteyecek bunu, siz de onunla birlikte!”
Ben, insanlığın sürüklendiği çıkmazdan çıkabilme yolu olarak insan haklarını görüyorum. Bu yol, insan hakları hakkında açık kavramsal bilgiye sahip olan ve insan haklarını içtenlikle korumayı isteyen insanların, en başta da yöneticilerin sayısının artmasından geçer. Bu konudaki bilgisizlik ve pazarlık cirit atıyor ortalıkta. Bugün demokratik yollarla başa gelen ve “ben hiç yolsuzluk yapmadım, yapmamam gereken hiçbir şey yapmadım, sadece bazı yargısız infazlar yaptırdım” diyen devlet başkanları olabiliyor dünyamızda. Bu, onu yaparken de, söylerken de kişinin bilgisizliğini gösteriyor.
Bilgeliğin “savunmaya” ihtiyacı yoktur. Ürünlerine ve yardımına insanlar ergeç başvurmak zorunda kalırlar. Nedir bilgelik? Aristoteles’e göre bilgelik, bir düşünce erdemidir: doğaları bakımından en değerli olanların doğrudan ve dolaylı bilgisidir. Ama Eskiçağın Yedi Bilgesini, Hazreti Süleyman’ı ve bu gibi başka insanları da düşünürsek, bilgenin özellikleri belki şöyle dile getirilebilir: Bilge, ulaştığı genel/ teorik bilgilere dayanarak, yaşamda/ pratikte – belirli bir durumda yapılması gereken veya yapılabilecek olan konusunda – en isabetli kararları veren kişidir.
“Felsefe” eğitimi almamış bir insan, insana yakışır bir yaşam – “iyi” bir yaşam – süremez demeye hakkım yok. Her felsefe okumuş insan da “iyi” ve “yaratıcı” olmuyor. Ama, doğru dürüst bir felsefe eğitimi görmüş bir insanın, çeşitli derecelerde kendi gözleriyle ve değer bilgisiyle bakabilen bir insan olması ve neyi bilmediğinin farkında olması olasılığı daha yüksektir. Bunun farkında olunca da, yani eksik olan bilginin yaptığı iş için zorunlu bir bilgi olduğunun farkında olunca, onu edinmeye/öğrenmeye çalışır, yani bunu öğrenme sorumluluğunu duyar.
İnsan haklarını koruma sorunu, felsefi, etik ve siyasal bir sorun olarak görünüyor. Felsefi bir sorundur, çünkü insan hakları kavramının açıklığa kavuşturulmasına – bu hakların getirdikleri konusunda daha sağlam sonuçlar çıkarmamızı sağlayabilecek bir açıklığa- şiddetle ihtiyaç vardır. Etik bir sorundur, çünkü günlük yaşamda bu haklara saygı gösteren ya da onları çiğneyen kişilerdir; kişilerdir olayları ya da kamu görevlisi olarak verdikleri kararlarla korunmalarına katkıda bulunan. Ayrıca siyasal bir sorundur; çünkü bütün yurttaşların insan olarak olanaklarını geliştirmeleri, “korku ve yoksunluktan uzak” yaşayabilmeleri için gerekli koşulları doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sağlamak, her devletin görevidir.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerek toplumsal yaşamın geniş çerçevesi, gerekse günlük ilişkilerin dar çerçevesi içinde olup biten birçok olayların en dikkati çeken belirtisi, çatışan anlayışların, çarpışan iddiaların arasında kişilerin harcanmasıdır. İnsanlığa hizmet ya da herhangi bir kuruma veya düşünceye hizmet adı altında veya hizmet etmek niyetiyle kişilere yapılan haksızlıklar karşısında bu haksızlıkları önemsemeyen veya önemsemeye korkan ya da en kötüsü, kendi çıkarları gerektirdiği için önemseyen insanların tutumu karşısında boğazı tıkanan, midesi bulanan kişi için tek çıkar yol kendisini bir örnek olarak öne sürüp insanca yaşamaktır. Böyle bir yaşam her yönden gelen tehlikeler ne olursa olsun insana yakışır yaşamaktır. Böyle bir yaşamanın temel koşulu, insanın daha doğrusu kişinin ana değer, kayıtsız şartsız ana değer olduğunu kavrayabilmek ve bunu gözden kaçırmadan davranmak, Don Kişotça da olsa bir şey yapmaktır.