Yazımız 31 Mart 2022 tarihinde güncellenmiştir.
Kevgir, mutfaklarda sıvı maddelerle katı maddeleri birbirinden ayırmaya yarayan bir tür elektir. Genel olarak alüminyum ya da paslanmaz çelik gibi hafif metallerden yapılsa da son yıllarda plastik türleri de çıkmaya başlamıştır. İçindeki suyun akması için üzerinde çeşitli büyüklükte delikler bulunur. Genelde kase biçiminde üretilir ve üzerindeki delikler kabın dibinde ya da yanlarında olabilir. Türkçeye Farsçadaki kefgûr sözcüğünden girmiştir.
Genellikle mutfaklarda pirinç yıkama, makarna süzme gibi eylemlerde kullanılan mutfak aletidir.
Genelde gerçek anlamıyla değil de yan ve mecaz anlam olarak kullanılır.
Bu kavram ile ilgili alıntılardan bir derleme hazırladık…
Kevgir ile İlgili Sözler
Kevgire dönmek : Delik deşik olmak.
Cep delik cepken delik
Yen delik kaftan delik
Don delik mintan delik
Kevgir misin be kardeşlik
Orhan Veli Kanık
Aklım kevgir gibi. Aklım delik deşik. Anlaşılmak için neden bu kadar çabalıyorum? Anlaşılmak, onaylanmak demek biraz da… Benimsenmek arzusu.
Murat Gülsoy
O kevgir gibi delik deşik uyku saatlerini bile hasretle çekerdi, uykusu geldiğinden, uyumak istediğinden değil, yanan yüreğini uykunun karanlık kuyusunda biraz soğutabilmek için.
Nermin Bezmen
İstanbul un üstünde kocaman ve alçak bir ay vardı. Yıldızlar çoktu. Sonsuz sayıdaki deliklerden, uyuyan şehrin üzerine ışık serpen dev bir kevgir gibiydi sema.
Elif Şafak
“O yüzden buraların şarkıları, türküleri bu kadar içli, çocukların gözleri bu kadar iri ve insanların bellekleri bu denli kevgir gibi. Başka türlü devam etme ihtimali yok.”
Karin Karakaşlı
“On beş-on altı yaşlarında bir kız düşün, gıdım gıdım para biriktiriyor, sırf kendine kevgir, bileği taşı ya da tempura tenceresi almak için! Çevremde, bol cep harçlığı alan arkadaşlarım zamanlarını elbise ve ayakkabı satın almakla geçirirlerdi, biliyor musun? Büyük talihsizlik, değil mi?”
İmkansızın Şarkısı, Haruki Murakami
Gece boyunca penceremin önünde durdum,
Deli gibi sallanan o sandalyemde ben de sallandım durdum…
Düşünüyordum,
Bir karar verebilmek için düşünüp duruyordum…
Ama kafam, çorba kazanındaki bir kevgir gibiydi!
Sabah mı olmuştu yoksa hala gece mi?
Aklım kadar karışık olan bu dünyada ay ve güneş aynı anda gökyüzündeki!
Anlayamıyordum…
Yalnızca pencereme vurmuyordu güneşin doğuşu ve ayın o veda ışıkları…
Delik deşik olan kafamın içine de yansıyordu…
Rıdvan Can Çelik
Kevgir Olmuş Battaniye
Kar yağıyor. Karnım aç. Oda soğuk. Otele dört günlük borcum var. Ne yapacağım diye düşünüp duruyorum. Birden gözüme battaniye ilişti; cezaevinden Bursa’ya gelirken içine eşyamı doldurup denk yaptığım battaniye. Öyle de hor kullanmışım, üstünde tüy kalmamış, dökülmüş. Şu kahverengi battaniye kaç yıl kahrımı çekti. Anadolu’yu yıllarca bir baştan bir başa, bir boydan bir boya onunla birlikte gezdik. Yatak dengine sargı oldu. Evimin çıplak döşemesine kilim oldu. Yatağıma battaniye, odama örtü oldu. Bursa’ya gelirken de çıkın oldu. Bikaç parça çamaşırımla kitaplarımı ona sarıp sarmalamıştım. İki elimle açıp battaniyeyi pencereye doğru ışığa tuttum: Battaniyem kevgir olmuş.
Başka çarem yok, ayrılacaktım battaniyemden. Ama, içimde bir eziklik vardı. Onca maldan, onca arkadaştan, evden, ocaktan ayrılmışım, ama sürgün ilde eski bir battaniyeden ayrılmak bana koydu. Eskici beş lira bile vermez; eski bir battaniye beni böyle içlendirsin!..
İstanbul’daki Bitpazarı’na benzer, burada da bir Bitpazarı olduğunu duymuştum. Eski eşyalar alınır satılırmış. Nerede olduğunu önceden sormadım. Şimdi sormaya da utanıyorum. Battaniyemi satacağımı ya bir anlayan olursa… Bursa ne kadarlık yer, elbet geze dolaşa bulurum Bitpazarı’nı… Emekli battaniyemi kat kat katladım. İyice gazetelere sardım sarmaladım. Sicimle de bağladım.
Çocukluğumuzdan beri ne kötü eğitim kalıplarının içinde yetişmişiz. Kolumun altındaki pakette sanki battaniye yok, kesilmiş, parçalanmış insan vücudu var. Biri görecek, görür görmez de paketin içinde eski battaniye olduğunu, aç kaldığım için de satmaya götürdüğümü anlayıverecek… İnsan, bir malı çalsa, böyle korkmaz. Yüreğim titreye titreye otelden çıktım. Kâtip selam verdi. Adamın yüzüne bakamadım. Bu selam, “Dört günlük otel borcun var haaa!” demek gibi geliyor. Koltuğumun altında gazete kâğıdına sarılı paketi gören kâtip, arkamdan koşup yatağıma bakmıştır; yatak takımları tamam mı diye…
Sokağa çıktım. Kar durmamacasına, lapa lapa yağıyor. Paketin üstüne düşer düşmez karlar eriyor, gazete ıslanıyor.
Bursa’nın Kapalıçarşı’sına saptım. Oradan yan sokaklara girdim. Bursa’nın alt yanını, üst yanını bütün dolaştım. Eski alınıp satılan Bitpazarı’na benzer biyer yok… Açlıktan, yorgunluktan öldüm. Kimseye,
– Bitpazarı nerde? diye soramıyorum.
Anlayıverecekler. Anlasalar ne olur, ne çıkar? Öyle söylemeyin… Başınıza gelmediyse, bilemezsiniz bunu…
Karlar, battaniye sarılı gazetenin üstüne düştükçe, gazete ıslandı, yırtıldı. Battaniye yer yer gazetelerden pırtladı. Görünmesin diye, pardösümün altına koyuyorum, olmuyor; çıkarıyorum, olmuyor. Paketin gazeteleri lime lime dökülüyor. Ben, Bursa’nın sokaklarında Bitpazarı arıyorum. Bir geldiğim yere bir daha geliyorum. Fır dönüyorum koca Bursa’yı. Arada atladığım bir ara sokak kalmasın diye, bir gidip bir geliyorum. Bitpazarı yok. Kar hiç dinmez. Battaniyenin üstünde gazete diye bişey kalmadı. Yalnız sicimlerle sarılı bir eski battaniye… Kar suyunu çeke çeke ıslandı, ağırlaştı da battaniye… Bildiğim bütün küfürleri sayıp döktükten sonra, yeni küfürler icadına başladım. Kime, neye, neden sövdüğüm belli değil…
Başımda şapka da yok. Saçlarımda eriyen karlar, ensemden içeri süzülüyor. Hava kararmaya başladı. Ben de Bitpazarı’nı bulmaktan, battaniyeyi satmaktan umudumu kestim.
Kendi cenazemi kendi omuzlarımda taşıyorum; işte öyle bir duyguyla otele döndüm. Tam otelin kapısından içeri girerken, bana “Bir oda kirala, kap kacak al!” diye akıl veren arkadaşı gördüm.
– Ne o elindeki? dedi.
– Bir battaniye satın aldım… dedim.
Oteldeki odama çıktım. Islak battaniyemi karyolaya yaydım. Bir sevindim, bir sevindim. İyi ki şu Bitpazarı’nı bulamadım da, battaniyemi satamadım. Ya satsaydım… Kendimden bişey eksilecek, kopup gidecekti. Bu eksilen battaniye değil, içimden bişey olacaktı. Sevindim…
Bir Sürgünün Anıları, Aziz Nesin