Krzysztof Kieslowski Sözleri

PAYLAŞ
Krzysztof Kieslowski Sözleri
  • 1755
  • +
  • -

Yazımız 1 Temmuz 2023 tarihinde güncellenmiştir.

Krzysztof Kieslowski Sözleri…
Polonyalı film yönetmeni ve senaryo yazarı. 27 Haziran 1941 yılında doğan yönetmen  13 Mart 1996 yılında vefat etmiştir.

En bilinen filmleɾi Fɾansa bayɾağının ɾenkleɾi olan mavi (özgüɾlük), beyaz (eşitlik), kıɾmızıdan (kaɾdeşlik) esinleneɾek çektiği Üç Renk (Fɾansızca:Tɾois couleuɾs) seɾisi, Polonya Televizyonu için On Emiɾ’den esinleneɾek çektiği Dekalog seɾisi ve Véɾonique’in İkili Yaşamı adlı filmleɾidiɾ.

Tarihçi yazarımız İlber Ortaylı’nın da ifade ettiği gibi  “Polonya sineması büyük isimler çıkaran bir sinemadır. En başta Andrzej Wajda, sonra Krzysztof Kieslowski ya da Krzysztof Zanussi. Bunlar hep toplumu iyi tahlil eden yönetmenlerdir.“dediği bu yönetmenlerden Bir ekol olan Krzysztof Kieslowski‘nin sözlerinden bir derleme hazırladık…

Krzysztof Kieslowski Sözleri

Krzysztof Kieslowski Sözleri

Sorular, cevaplardan daha soyludur.

 

Ben sadece duygularıma değen filmler yapıyorum, kendim gibi filmler.

 

Biz her şeye kavuştuk ama bana öyle geliyor ki, elde ettiğimiz şeyler hayal ettiklerimizle alay etti.

 

Siyasetçiler, özellikle her şeyin nasıl düzenleneceğini eksiksiz bilenler beni sinirlendiriyorlar.

 

Birisi sanatta bir sembol buluyorsa demek ki vardır, yazarın niyetlerinden bağımsız olarak.

blank

“İnsanı en çok yaralayan şey fiziksel acı değil, haksızlığın, mantıksızlığın verdiği ruhsal ıstıraptır.”

 

Etrafımdaki dünyanın giderek çirkinleştiği kanısındayım. Tanrı işini bitirmeyi istiyor sanki.

 

Çünkü ben mesleğime saygı gösteriyor ve bana doğru görünen, kaydetmeye değer bulduğum şeyleri filme çekiyorum.

 

“Hayatım boyunca aynı anda iki ayrı yerdeymişim gibi hissettim. Burada ve başka yerde. Anlatması zor.”

 

İnsanlığın ortak değerleri zannedildiği gibi din, dil, ırk, bayrak gibi kavramlar değil, acı, keder, sevinç, aşk gibi kavramlardır

 

Filmlerinizde bir sürü çirkinliğe yer veriliyor. Manzara çirkin, insanlar solgun, hatta hava bile bozuk.

Kieslowski: Çünkü dünya çok renkli bir yer değil.

blank

Ölüm sebebinin kanser, kalp krizi ya da araba altında kalma olduğu söylenebilir, oysa aslında insanlar yaşamaya devam edemedikleri için ölürler.

 

“İnsanlar hep aynı; yani umutsuz, yaşama uyum sağlayamayan, aşk acıları içinde kıvranan ve aynı şekilde doğan ve ölen yaratıklar…”

 

Gerçekçilik şeyleri olduğu gibi fotoğraflamaz. Dünyaya baktığınızda edindiğiniz izlenimi yansıtırken, etrafınızdaki şeyleri görme biçiminizi yeniden yaratırsınız.

 

Sinema hiçbir şeyi değiştiremez; ama insanların birçok şeyi anlamalarını sağlar. Dünyayı değiştirecek olan şey filmler değil, o filmleri izleyen insanlardır.

 

“Aslında dünya artık daha az ilgimi çekiyor benim ; beni ilgilendiren, insanlar, insanların içsel hayatları. Ve aşk. Aşkın eksikliği. Aşka duyulan ihtiyaç. ”

 

Ona göre, yalnızca dış mekânların ya da toplumsal performansların değil, “insanların kafataslarınının içinde neler olduğuna bakılmak istendiği bir zaman gelmişti”

blank

Mutlak bir dürüstlük olmaz. Soyut bir durumda, her koşulda kendine bağlı kalmak, ahlâki saflık olabilir mi? Ruhun yüceliği hareketlerin saflığıyla nasıl bağdaştırılabilir?

 

Bilmek isteriz, ölüm nasıl bir şeydir? Ölümden sonra ne var? Doğmadan önce biz neydik? Fikrimce bu tür meraklar sinemaya gitmenin, kitaplar okumanın esas dürtüsünü teşkil eder

 

İyimser değilim, ama her zaman özgürlüğe sadece birbirimize birbirimizden ne kadar çok nefret ettiğimizi göstermek amacıyla ihtiyaç duymadığımız umudunu da koruyorum.

 

Eğlenceli, hafif, neşeli filmler yapmak içinizden gelmeli, oysa ben her sabah kasvetli düşüncelerle uyanıyorum ve gün içindeki olaylar bu kasvetimi daha da koyultuyor.

 

“Sinemadan bıktım, artık yapamıyorum. Film çevirmek benim için çok ağır bir stres, sağladığı tatminle ters orantılı, çok pahalı bir zevk… Genç yönetmenlere seminerler vereceğim, senaryolar yazacağım. Yaşayacağım işte!”

 

Benim açımdan önemli olan, hakikatin sadece bir kısmını keşfedebileceğinizi göstermek; ona aşama aşama yaklaşabiliyorsunuz, asla tek defada ve hepsini birden keşfedemiyorsunuz. Çeşitli evreler var. Kendimizi kandırmamalıyız; bir sanat eserinin doğrudan etkide bulunabilmesine, çok nadir rastlanır.

 

Şeylerin özünü, tözü ve hakikati kesintisiz arayışımızda bizi çok sayıda hayal kırıklığı bekliyor, fakat biz her seferinde, yalnızca gidilecek istikamete varmayı değil, aynı zamanda bizatihi yolda gitmeyi de yeniden denemek zorundayız.

blank

Filmlerinizde kendiniz ne kadar varsınız?

-Çok varım, ama bunu kimseye anlatmam, çünkü bu, mesleğin kimyasıyla, her ‘hikaye anlatıcılık’ mesleğinin kimyasıyla ilgili bir nokta; onu kendinize saklamanız lazım. Bence gösteriş pazarında sergilenip satılabilecek bir şey değil.

 

Şu anda kendi aramızda neyi konuşuyoruz aslında? Birbirimize artık duygu değil, içimizdeki heyecanı, titreşimleri, aklımızdaki önerileri değil, bilgi aktarıyoruz. Daha önemli ama daha hassas konulara kafa yorduğumuz zaman azalıyor. Giderek kusursuzlaşan araçlar da bu bilgi aktarımına katkıda bulunuyor, ama duyguların aktarımı?

 

… çekimler bittikten sonra da arabama atlayıp gitmiyorum, arabaların yüklenmesine yardım etmeye çalışıyorum. Gerçi bana izin vermiyorlar;

kesin bir işbölümü yapıldığı kanısındalar. Benimse tamamen farklı bir görüşüm var. Filmi hepimizin yaptığını biliyorum; şüphesiz herkes kendi çalıştığı kısımdan sorumlu, ama bütününden hepimiz sorumluyuz.

 

İnsanların filmde adı konmamış, hatta ifade edilmemiş yönler fark edip yorumlamaları hoşuma gidiyor. Filmlerin hayat bulması dediğimiz şey bu. İşte bu yüzden film çekiyorum; çünkü sohbete girmek istiyorum. Sohbet demek sizde olmayan şeyi başka birinden duymak değil midir? Hatta bu süreçte siz de kendinizde beklenmedik şeyler keşfedebilirsiniz.

 

Ben hiçbir zaman herhangi bir şeyi etkileyebileceğime inanmadım. Dahası var: Ben hiçbir zaman herhangi bir şeyi etkilemek istemedim. Şeyleri insanların dikkatine sunmak:  Evet, bu tamam. Eğer insanlar onlardan etkilenmelerinin bir sonucu olarak bir şeyleri değiştirmeyi isterlerse buna çok memnun olurum, fakat bunu kendileri yapmak zorundalar, bensiz.

 

Kafka, adaletin (ve bunun sonucu olan bağışlayıcılık kavramının) tamamen anlamsız olduğunu kavramıştı. Biz hep sanki yanlış yargılanıyormuş ve yanlış anlaşılıyormuş hissine kapılırız. İnsanlar geri dönüşü olmayan hatalar yaparlar. Ömürlerinin kalan kısmında hep bu hatalarıyla birlikte yaşamaları gerekir. Biz adaleti şu büyük bina, bu büyük vaat sayıyoruz, ama ona ulaşamayız.

 

+Sizin peşin bir eğiliminiz var, ama seyircinin üstüne cevapları boca etmiyorsunuz; hangi kararın verilmesi gerektiğini onlara bırakıyorsunuz.

-Arzu ettiğim şey bu. Tüm kontrolü kendimde bulundurmamak. İnsanlara belirli bir istikameti gösterip, şu ya da bu şekilde davranmaları gerektiğini bildirmemek. Belirli bir tarafta durmama rağmen, sadece sorunu ortaya koymak istiyorum. Çözümü olsun olmasın.

 

Renk Üçlemesi’nde, Kieslowski birçok farklı milletten insanla çalışmış ve sette-filmlerde 4 farklı ülkenin dili konuşulmuştur; Fransa, Polonya, İngiltere ve Almanya. Ama Kieslowski, “kendinizi Avrupalı hissediyor musunuz?” diye sorulduğunda, belki de sanatın  ruhunun açıklar bir cevap verir; “Hayır. Kendimi Polonyalı hissediyorum. Daha doğrusu ben, Polonya’nın kuzeydoğusundaki ufak bir köyde sahip olduğum eve ait hissediyorum kendimi, orada yaşamaktan mutluyum. Ama orada çalışmıyorum, sadece odun topluyorum.”

 

Bir cevap yazın