Yazımız 1 Haziran 2024 tarihinde güncellenmiştir.
Nurullah Ataç Sözleri…
Bugün asıl adı Ali Nurullah Ata olan eleştiri ve deneme yazarı Nurullah Ataç ‘ın vefat ettiği gün olan 17 Mayıs. Bizde bu yazarımızın kitaplarındaki bazı alıntılardan bir demet hazırladık.
Nurullah Ataç Sözleri
Dört yanımız yalnızlıkla çevrilmiş.
Kişiyi kişi eden yaşaması değil, tutkularıdır.
Bizim olmayan sıkıntı, sıkıntı değil bizim için.
Yarın yorgunların değil, rahatlarına kıyanlarındır.
Ak kâğıdın üstünde kara harfleri seçebilmek bir üstünlük değildir.
“Ben kendimi beğenmem”, demek de kendini beğenmekten gelir.
Çocuk babasının, amcasının okuduğunu görmemiş ki kendi de özenip okusun.
Büyük bir millet olarak Orta Asya’dan gelirken kelime bavulumuzu düşürmüşüz.
Hayalimiz yok, kendi sıkıntılarımızı biliyoruz, başkalarınınkini anlayamıyoruz.
Bir insan kendi ölümü ile değil, kendisini sevmiş, yahut sadece tanımış en son insanın da toprağa düşmesiyle ölür.
Biraz da karşılık beklemeden bir iş görmeğe, ettiğiniz iyiliği iyilik saymamağa alışın.
Kimsenin zevkine karışılmaz, kedileri ille herkes sevsin demeyeceğim ama ben, kedi sevmeyenlerle anlaşamam.
Salt çıkarını arıyan bir kişinin fikir değiştirmiş olması beni ilgilendirmez. Zaten öyle bir kimse değişemez ki!
…Kedisiz bir insanlığı aklım almıyor. Şimdi bahçesiz, deliksiz apartman dairelerinde kedi beslenmiyor da bir eksiklik duyuyorum.
Ölümsüz olmak isteyen insan ölümsüz işler yapar. Kimi bu dünyada sevgi ve saygıyla anılır, kimi ise nefretle anılır. Her insan bir iz bırakır ama bazı izler çabuk silinir. Seveni çok olan insan hiçbir zaman unutulmaz.
Kolay mi fikir değiştirmek? Herkesin harcı mı? Bir kere bir fikri olacak kişinin. Bir de yetmez, en aşağı iki: birini bırakacak, öbürünü savunacak. Nerede o bolluk?
Bizi söyliyen değil, söylenen ilgilendirir: beğenirsek, doğru bulursak alırız, beğenmezsek, doğru bulmazsak onunla çarpışırız; söyleyen kişi ile değil, söylenen sözle, ileri sürülen fikirle…
Özgür kişi, kimsenin kölesi, tutsağı olamadığı gibi kendi kendisinin de kölesi, tutsağı olmayan kişi , düşüncelerine birer tutku gücü verebilmiş olan kişidir.
Kedi önemli
Ufacık bir lastik top, daha iyisi takır tukur yuvarlanan bir ceviz arkasından sırtını kaldıra kaldıra koşan bir kediye ne buyurulur? Bundan daha hoş bir şey biliyor musunuz?
Yeni yıl! İşte biteviyelikten usandığımız, ürperdiğimiz için böyle ‘yeni yıl’ diye bir şey uydurmuşuz. Bir gün oturup birtakım hayaller kuruyoruz, hayatımızda bir değişme, bir yenilik olacağını umuyoruz, hayata sanki yeniden başlayacağız… Bütün o hayaller, bütün o umutlar bir gün sürüyor, ertesi gün gene eski hayatımız, hep biteviye giden hayatımız başlıyor. Az kaldı, yeniden başlıyor diyecektim. Ne demek “yeniden?” Ne demek “başlamak?” Başlamıyor, bütün eskiliğiyle sürüp gidiyor. Çırpınıyoruz o biteviyelikten kurtulalım diye, şöyle yapabilsem böyle edebilsem diyoruz. Ama bakıyoruz ki o hülyalar hep birbirine benziyor. Öyle bir biteviliğe saplanıyoruz ki ondan rüyalarımızda, hülyalarımızda dahi kurtulamıyoruz. Her gün o hayat, her gün o hayaller. Sanki yaşamıyoruz, bir yere kakılmış, kımıldamadan orada duruyoruz.
Ey benim eski duygularım, eski düşüncelerim! Neden böyle uzaksınız benden? Ey benim eski gözyaşlarım! Sizin sıcaklığınızı neden gene duyamıyorum? Yanaklarımda bir iziniz olsun kalmamış… Koyup gitmişsiniz beni… Sizi tanımıyor değilim. Ey benim eski duygularım, düşüncelerim, gözyaşlarım! Ey benim gönlümün eski yalanları! Birer birer tanıyorum, birer birer biliyorum sizi, ancak, ne türlü söyleyeyim? İçeriden değil, dışarıdan tanıyorum sizi. Sizi biliyorum, biliyorum ya, nerede, ne türlü tanışıktı, onu bilemiyorum. Artık siz ben değilsiniz, ben de siz değilim, yabancıyız birbirimize… Yoksa ben sizi eskiden ilgiyle okuyup sonra adını bile unuttuğum bir öyküden mi biliyorum? Etimde değilsiniz benim artık: ben şimdi sizi bensiz, kendimi de sizsiz düşünebiliyorum. Demek sizinle ben bir değilmişiz, sizsiz de bir ben olabilirmiş… Oysaki ben sizi varlığımın, benliğimin özü, ta kendisi sanmıştım. Size benimle, kendi etime de sizinle yoğrulmuş diye bakıyor, “Ayrılamazlar birbirinden!” diyordum. İşte, göz göze geliyoruz da birbirimize gülümsemeden, öfkelenmeden, omuz silkmeden geçebiliyoruz. Tanıyorum sizi, ancak ben değilmişsiniz gibi, benden büsbütün ayrı, benim dışımda bir varlıkmışsınız gibi bakıyorum size… Ey benim eski duygularım, düşüncelerim! Ey benim eski gözyaşlarım! Bir gün gelecek, ben size dışarıdan bakabileceğim.