Yazımız 31 Ekim 2024 tarihinde güncellenmiştir.
Oğuz Atay Sözleri…
12 Ekim 1934 İnebolu doğumlu olan Oğuz Atay çok genç yaşta, 43 yaşında aramızdan ayrılmıştır.
İnşaat Fakültesi mezunu olan Atay 1975 yılında doçent olmuş ve mesleki bir kitapta yazmıştır.
İlk eseri olan ve çok ses getiren “Tutunamayanlar” söyleyiş biçimi ile bir başkaldırı diyebiliriz.
Moran’a göre Tutunamayanlar’daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.Bu eseri Tehlikeli Oyunlar adlı romanı izlemiştir.
Pof. Mustafa İnan’ın hayatı konu eden Bir Bilim Adamının Romanı’nı 1975 yılında yayımlamıştır. Atay, beyninde çıkan bir tümör nedeniyle büyük projesi “Türkiye’nin Ruhu”nu yazamadan 13 Aralık 1977’de, İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı’na defnedildi.
Sağlığında hiçbir kitabı ikinci baskı bile yapamayan Atay’ın kitapları ölümünden sonra büyük ilgi gördü ve defalarca basıldı. Türk edebiyatında yazdığı Tutunamayanlar ile post-modern tarzda eser veren ilk yazar Oğuz Atay’dır.
Bu ünlü yazarımızın sözlerinden bir demet hazırladık
Oğuz Atay Sözleri
Zaten senin ‘hiçin’ fesat…
Ne ağır kelimeler; kimse yerinden oynatamaz.
Yalnızlığı çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?
Herkes tarih okuyor albayım; bugüne değer veren kalmadı.
İçimden şehirler geçiyor, sen her durakta duruyor, inmiyorsun.
“Kendimle konuşurken bile onun hoşuna gitmeye çalışıyordum.”
Yalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kimbilir..
”Kötü bir sözü herkesin söylemesi, o söze gerçeklik kazandırmaz”
Yalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?
Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım.
Sürekli başkalarının kötülüğünden söz ederek kendini iyi kılamazsın.
Kimseye göstermem üzüntümü. Gündüz gülerim, geceleri yalnız ağlarım.
Beklenen hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde oluyor.
Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi elimize.
Nedensiz ve sebepsiz sevdim seni. Çünkü bir sebebi olsa, aşk olmazdı bunun ismi.
Yalnızlığı yaşayan insanların, kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır.
Beni anlamıyorlardı. Zarar yok. Zaten beni, daha kimler anlamadı. Oğuz Atay
Onunla ne zaman lades oynasak hep o kazandı. Kalbimdeyken nasıl aklımda derdim.
Odanın çıplaklığı için özür diledi. “İnsana lazım olan bir yatak ve bir de kitaplar ” dedi.
Siz bilmezsiniz albayım, insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.
Benim gibi okusaydınız, kirli sokakları, yosunlu duvarları, çarpık taşlı binaları severdiniz.
Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır.
Mektubunu derhal açamadım. Bir müddet yanımda dolaştırdım. Okusam derhal bitecekti.
İyi geçinmek iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur.
Söyle evladım’ diye teselli ederdi annem beni. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu anne.
Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara.
“Meselelere yukarıdan bakmayı bildikten sonra dünya gibi gezegenler insana çok küçük görünür.”
Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.
Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor.
Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da anormal dediler.
“Sinirimden gülüyorum albayım. Çünkü sinirlerim artık gülmek için kafamın neşelenmesini beklemiyor.”
İnsan seviyorsa kaybetmekten korkar. Kıskançlık da bir kaybetme korkusudur. Kıskanmıyorsa eğer; yeterince sevmiyordur.
Çok yükseğe çıkamam; bende yükseklik korkusu var. Kimseyi yarı yolda bırakamam; bende ‘alçaklık’ korkusu var.
En tehlikeli kelime ama’dır. Önceden söylenen her söylemi veya kelimeyi öldürür! Mesela, seni seviyorum ama gibi.
Ne ölmek nefessiz kalmaktır; ne de yaşamak nefes almaktır. Yaşamak; sevilmeyi hak eden birine yaşamını harcamaktır.
Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna.
“Sen bir saksı çiçeğisin. Yapraklarını birbirine sürterek varlığını duyamazsın. Bir ormanda olmalıydın. Ölünceye kadar yerinden kımıldamayacağını bilen bir ağacın rahatlığını duymalıydın.”
– Neden sadece bir hayal ürünüsün Olric?
— Siz gerçeksiniz de ne oluyor efendimiz.
– Biliyor musun Olric, benim bir çok dostum var.
— Görüyorum efendimiz, hepsinin sırtınızda izleri var.
Kimse dinlemiyorsa beni ya da istediğim gibi dinlemiyorsa, günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar sonunda bana bunu da yaptınız!
Artık gelecek planlarımı hayattan gizli yapıyorum. Sanki hayat, işini gücünü bırakıp planlarımı bozmak için her şeyi yapıyor.
– Elimde değil Olric!
— Ne efendimiz?
–– Elleri Olric elleri..
Hayatta silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını sildim.
– Gelirmi dersin Olric?
— Gelmez, gelemez efendimiz.
– Neden Olric?
— Yüreği o kadar büyük sevemez de ondan efendimiz.
Yemek koyulurken, “Bu kadar yeter” dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye ‘anne’ denir. Ve o her şeye değerdir.
– Keşke nedir Olric?
–+ Hatalarımız efendimiz.
– Çok mu hata yaptık?
–+ Keşke diyecek kadar efendimiz.
İnsanlar bozuk para gibidir. İki seçenek vardır; yazı ya da tura. Bir yüzünü gösterirken bize diğer yüzünü zaman gösterecektir.
İnsan nedir bilir misin Olric? Nedir efendimiz? Ağaçları kesip onlardan kâğıt yapan sonra da o kâğıtlara “ağaçları koruyunuz” yazandır.
Bazılarımız şiirlere tutunuyor,
Bazılarımız şarkılara…
Bazılarımız filmlere tutunuyor,
Bazılarımız kitaplara…
Sanırım artık insan, tutunamıyor insana…
https://www.youtube.com/watch?v=FRUqL-RqMkI
Fotoğraf çekilerken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz. Yani aslında ona bile mutluluk oyunu oynuyoruz.
Aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeğe başladı; kurduğum hayaller, bir bekâr odasının dağınıklığına boğuldu.
– Yağmur yağıyor Olric, ıslanıyor etraf ağlasak kimse anlamaz değil mi?
+ Anlamaz efendimiz.
– Anlasa ne olur ?
+ Utanırız efendim..!
– Sevmeyi göze alan utanır mıymış Olric!
Sinüs ve kosinüsün münasebetleri yüzünden gözüme uyku girmedi.
+Hangi münasebetten bahsediyorsun? Sinüsle kosinüs arasındaki münasebetten mi?
-Hayır,onlarla benim aramdaki münasebetten acaba sinüsü mü yoksa kosinüsü mü daha çok seviyorum?
En kötüsü, hayır demeyi öğrenemedim. Yemeğe kal, dediler: kaldım. Oysa, kalınmaz. Onlar biraz ısrar ederler; sen biraz nazlanırsın. Sonunda kalkıp gidilir. Her söylenileni ciddiye almak yok mu, şu sözünün eri olmak yok mu; bitirdi, yıktı beni.”
Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.
Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar?
“Bu dünya geçicidir. Bu dünyada elde etmek ve korumak bir insan için sadece kısa ömrü için gereklidir. Bunu unutmamalı. Mezarlıklar bu nedenle gözümüzün önünde bulunmalı. Evimizin bahçesinde, sokağın köşesinde tek mezarlar yer almalı. Her şey geçicidir. Belgeler gereksizdir, unutulacak ayrıntıları yazmak anlamsızdır. Belki de unutmak esastır.
“Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa, bir kitapları koruma derneği kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli…”
“Hava kararmıştı. Ilık bir akşamdı. Kaldırımın ortasında durdu; bir sigara yaktı. İnsanlar Selim Işık’ın başına gelenlerden habersiz, aceleyle birtakım yerlere gidiyorlardı: birtakım insanlar, birtakım yerlere. Bir adam yaklaştı: ‘Ateşinizi müsaade eder misiniz?’ Etmem. Siz Selim Işık’tan bahsetmeme müsaade eder misiniz? Etmezsiniz. Gördünüz mü? Adam kamburunu çıkararak eğildi, sigarasını yaktı; sağ ol anlamına elini başına götürdü, uzaklaştı. Hemen kaçtınız değil mi? Kaçın bakalım. Sigara yakma hukuku. İnsan kaldırımın ortasında kararsız durursa, ya ateş isterler ya da adres sorarlar. Başka bir şey sormazlar. Sigarayı attı. Yardımı kesiyorum.”
Kelimelere gerekli özeni göstermiyoruz. Öylesine söyleyip geçiyoruz işte. Halbuki hayatın derin anlamı kelimelerde gizli albayım. Hepimiz aşktan bahsedip dururuz öyle ama acaba kaçımız bilir gerçekten ne anlama geldiğini? Bilemezsin albayım, bilemezsin. Bizim kaderimiz bu, anlamını bilmediğimiz kelimeleri yaşamak. İşte aşk mesela. Sarmaşıkla aynı kökten geliyor biliyor muydun? Işk kökünden. Sarmaşıkta aynı aşk gibi yavaş yavaş içine doğru giriyor, yavaş yavaş dolanıyor, yavaş yavaş özünü ele geçiriyor. Dünya mesela aşağılık yer demek yada aşağılıkların yaşadığı yer demek. Dünya çirkin biz güzeliz albayım. Bu aşağılık yerde aşk gibi şeyler var ama biz anlamını bilmiyoruz ki. Gel seninle kelimelere yeni anlamlar katalım. Bulduğumuz anlamlara yeni kelimeler uyduralım. Kelimelere toprak diye basıp geçmeyelim düşünelim altında yatan binlerce kefensiz manayı..
https://www.youtube.com/watch?v=Hm6l-Dw8Jdw