Yazımız 30 Eylül 2024 tarihinde güncellenmiştir.
Pablo Neruda Sözleri…
Bugün 23 Eylül. Nobel Edebiyat ödülü sahibi Şilili Pablo Neruda’nın vefat ettiği tarih. Asıl adı Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto olan şair ve yazar.
Şili’de demir yolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşta annesini kaybetti. 13 yaşındayken yerel “La Mañana” gazetesindeki bazı makaleler ile katkıda bulunmaya başladı. 1920’de “Selva Austral” isimli edebiyat dergisinde “Pablo Neruda” adıyla yazmaya başladı. Şair, bu takma ismi Çek şair Jan Neruda’da anısına seçmişti. Daha sonra bu isim yasal adı olarak kalmıştır. İlk kitabı CrepuscuIario 1923 yılında yayınladı. Sonraki sene şairin en tanınmış ve pek çok dile çevrilmiş olan eserlerinden Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı basıldı.
Yaşamı boyunca güçlü siyasi duruşuyla tanınan Neruda, ülkesindeki ve İspanya’daki faşizme karşı durmuştur. 1970 yılında ŞiIi başkanlığına aday gösterilmiş, ancak daha sonra başkan seçilen SaIvador AIIende’yi desteklemiştir. AIIende seςiIince Neruda’yı ŞiIi’nin Fransa eIςisi olarak görevlendirdi. 1971 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülü aIdı. 1972 yılında sağlık sorunları nedeniyle eIςilik görevini bırakarak ŞiIi’ye döndü. 24 EyIüI 1973’de kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.
Kendisi Nazım Hikmet adına Barış Ödülü almıştır. Bir kongrede Nazım Hikmet iIe iIgiIi ‘Onun yanında biz şair bile olamayız’ diyerek Nazım Hikmet’i övmüştür.
Pablo Neruda Sözleri
Gülmek, ruhun dilidir.
Çay içmezsek, başımız müthiş ağrıyor.
Yolun karanlığı olmaz, iyi bir arkadaşla yürüyene.
“Sende bir şey var.. Bana derin derin nefes aldıran bir şey.”
“Bazen dudakların bitiremediği sözleri, gözler tamamlar.”
Sanatçı, her yandan gelen duyguları algılayan bir anten gibidir.
Sırf birisi İyi geceler demediği için, İyi geçmeyen geceler vardır.
En heybetli düşünceler bile çok sık duyulduğunda gülünç olurlar.
İnsan ulaşamadığı her şeyin “delisi, ulaştığı her şeyin “nankörüdür.
Ekmeği al benden istersen, havayı al, ama alma benden gülüşünü.
Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.
İnsanlar seninle konuşmayı bıraktığında, arkandan konuşmaya başlarlar.
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.
Sevdiğiniz insanların sevgisini hissetmek, hayatımızı besleyen güneş gibidir.
Erkeğin sevgisiyle kadının terbiyesi, Ancak birbirleriyle tartıştıkları zaman belli olur.
Bir kadın söyleyeceği çok şey olduğu halde susuyorsa, erkek artık tüm şansını kaybetmiştir.
Böylece öğrendim ki kuğular üzüntüden öldüklerinde, öldüklerini hiç belli etmiyorlardı.
Asla aşk acısı çeken birine aşık olmayın. O kişi yaralıdır ve yara bandı olarak sizi kullanır.
Ağır ağır ölür; okumayanlar, müzik dinlemeyenler, vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar…
Kalbi kırdıktan sonra gelen özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir. “İhtiyaç” kalmaz.
Şu iflas etmiş dünyada, en geçerli para birimi; kendin gibi bir insanla paylaştığın duygulardır.”
Birçok insanı bir dakikacık umutlandırabilmek bir şair için heyecanlandırıcı ve ölümsüzleştiricidir.
Birilerini hep boş zamanlarda özlediğini anlar insan. Çünkü boş insanlar, boş zamanlarda hatırlanır.
Aklı başında bir insan için şair olmak ne kadar zorsa, şair için de aklı başında olmak o kadar zordur.
..Daha geniş bir uzay yok bu acıdan,
hiçbir evren yok bunun gibi kanayan..
Şiir, her zaman için barışın bir parçası olmuştur. Şair, barıştan doğar. Tıpkı ekmeğin undan doğması gibi.
Yalnızlığa yenilmemek için, sık sık hayaller kurulur; ama aslında neyin hayalini kurarsan kur, yalnızlık her hayalin sonudur.
Eğer şairler kendilerine sorulan bütün sorulara namuslu cevap verseydi büyük bir sırrı açığa vurmuş olurlardı.
İnsanlarla yüzyüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin.
Gün olur,yorulurum ayaklarımdan,tırnaklarımdan,saçlarımdan,gölgemden. Gün olur,yorulurum insan olmaktan.
Senin için yapraklarını kopardığım papatyalardan özür diledim dün gece. “Haklısınız dedim, ne sevdiği belli, ne sevmediği.”
Aldırmadan gidemiyorsa, aldırmadan kalmayı bilmeli insan. Çünkü henüz icat edilmedi; anlamayana anlamayı öğretecek bir lisan.
Moskova’da ve taşrada başka büyük bir şairle de sık sık buluştum. Türk Nâzım Hikmet’le. “Şiirin gelecek olduğuna inanıyorum, diyen bu büyük şair..
Aslında kadın; Erkeğin beğenen bakışlarından çok, hemcinsinin kıskançlık dolu bakışlarını görünce, güzel olduğundan emin olur.
Orada uyumak, orada doğmak ve orada ölmek zorundaydı bu insanlar. Evleri yoktu, ekmek yoktu, ilaç yoktu. İşte medeni ve gururlu İngiltere, sömürgesini bu durumda bıraktı.
Ben böyle bir dünya arzulamıyorum. Ben,insanların insan olduğu, kimsenin kimseyi suçlamadığı bir dünyada yaşamak istiyorum.
Ne çok kitap, ne çok kitapçık… Kim okuyabilir ki bütün bunları? Onları yiyebilseydik! Şu açlık dünyasında onlardan salata yapabilseydik. Onları küçük küçük doğrayıp yemek yapabilseydik.
Benim için kitaplar, kendimi yitirdiğim ve yitirmeyi sürdürdüğüm orman yaşantısının ta kendisiydi. Göz kamaştırıcı güzellikteki çiçeklerdi; simsiyah yüksek dallardı, gizemli sessizliklerdi, göksel seslerdi; ama aynı zamanda dağların, eğreltiotlarının ve yağmurların ötesindeki insanların yaşamıydı.
Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.
Neden şiirlerimi çalıp sevgiline kendi şiirlerinmiş gibi okudun postacı?
Üstad, şiir yazanın değil ihtiyacı olanındır.Benim o şiirlere ihtiyacım vardı.
I love you without knowing how, or when, or from where. I love you simply, without problems or pride: I love you in this way because I do not know any other way of loving but this, in which there is no I or you…
Seni seviyorum, nasıl yahut ne zaman veya nereden olduğunu bilmeden. Seni seviyorum basitçe, problemler ve gurur olmaksızın: seni böyle seviyorum çünkü bundan başka bir sevme bilmiyorum, öyle ki orada ne ben var ne de sen.
Neruda, Nazım Hikmetin ölüm haberi üzerine “Güz Çiçeklerinden Nazım’a Çelenk başlıklı aşağıdaki şiiri kaleme almıştır.
Güz Çiçeklerinden Nazım’a Çelenk
Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi
Senin bizi karşılarken ki gülümseyişin gibi, bir pınar bulabilecek miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta,
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa
Sana Şili’nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üstünde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan…
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun
Dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
Rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan.
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde
Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlar
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya.
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.