Yazımız 31 Ocak 2025 tarihinde güncellenmiştir.
14 Ocak 1850 yılında Fransa’da doğan Pierre Loti 10 Haziran 1923 yılında vefat etmiştir. Bu Fransız romancının asıl adı Louis Marie Julien Viaud’dır. Bu ismi nereden kimlerden aldı tam belli değildir. Ama Tahiti dilinde “Loti”, egzotik iklimlerde yetişen egzotik bir çiçeğin ismidir. Uzun yıllar İstanbul şehrimizde de yaşayan yazarın eserlerinden yaptığımız alıntılardan bir derleme hazırladık.
Pierre Loti Sözleri
Ah İstanbul! Beni büyüleyen isimlerden en çok büyüleyeni yine sensin.
Bir gün ben de yakan bir aşka rastlayacağım…
Beni anlamayan insanlar arasında esprili olmak neye yarar?
Ne yeşillik ve gölgeler diyarı…Umulmayan Aden cenneti şu memleket.
TÜRKLER
İnancını ve namusunu bu derecede korumuş bir ulustan ümit kesilmemelidir.
Eskiden olsa içim parçalanırdı, oysa şimdi bu yitmiş insanları düşünürken yalnızca bir ince hüzün, …
Aşk, bir ruhun derinliklerinden öteki ruhun derinliklerine giden bakışın çekiciliğini her şeyin üstüne çıkarır.
Deniz hem hayatın, hem de ölümün sebebidir.
Her zaman son sözü söyleyendir…
Tüm hayatım boyunca söyledim, Türkler bütün Doğu ‘nun en saf ve en dürüst insanlarıdır. Onlar Doğu’ nun en hoşgörülüleridir.
Ölen bir aşk ne kadar ıstırap veriyor! Ah, hiç değilse birdenbire ölse! Fakat hayır mücadele ediyor, boğuşuyor. Zalim olan, işte bu can çekişmesidir.
İnsan kendi içinde olduğu gibi etrafında da her şeyin ne kadar güzel olabileceğini, hayatla saadetin hürriyet sayesinde nasıl tek şey olabileceğini hissetmektir!
Örtüsünden iyice sıyrılmış gün ışıklara bürünmüştü. Gökyüzünü fıskiyeler gibi aşarak fırtınanın yaklaştığını haber veriyorlardı bunlar.
Hep birlikte Bursa’yı meydana getiren birçok huzur ve hayal mekanı arasında biri var ki harika mı harika : Muradiye Camisi’nin etrafındaki mezarlık korusu.
“Umutsuzluk tamamen olağan dışı bir durumdur ;diğer birçok hastalık gibi tedavi edilebilir .Ne kadar karamsar olursanız olunuz, benliğinizde kötülüğün girmesine izin vermeyeceğiniz küçük bir köşe bırakınız .Bu küçük köşe sizin ilaç kutunuz olacaktır. “
Türkiye’de mezar taşları, sınır taşları gibidir; üstleri ya sarıkla biter, ya da çiçeklerle. Uzaktan, başıyla, omuzlarıyla bir insanı andırır. Önceleri dimdik durur; aradan geçen yıllar, depremler, yağmur temellerini çürütür; bunun üzerine, sağa sola yatmaya başlarlar; can çekişen insanlar gibi birbirlerine omuz verirler, yaslanırlar, en sonunda da otların üzerine serilir, kalırlar.
Doğudaki yaşantımı, hür ve açık havada geçen yaşantımı manasız uzun gezintilerimi ve İstanbul’un gürültüsünü bana kim verecek?
Akşam Eyüb’e varmak üzere at meydanından yola çıkmak, elde tespih camilere uğramak, kahvehanelerde, hamamlarda, türbelerde, meydanlarda durmak, bakır ayaklı mavi küçük fincanlarda Türk kahvesi içmek güneşin altında durarak bir nargile dumanı ile farkında olmadan sarhoş olmak, geçenlerle yarenlik etmek, bu hayal ve ışık dolu tablonun şahsen bir parçası olmak ve sevgilinizin sizi düşmanca evde bekleyeceğini hayal etmek!
Gösterişsiz bir şekilde süslenmiş küçük dükkanlar vardı; eski zamanların usullerine göre telaşsız icra edilen tuhaf zanaatlar. Zanaatkarlar için de yoksullar için de nispeten daha kolay olan o güzel geçmiş günlere döndüğümüzün gitgide daha çok farkına varıyorduk. Burada hayatın ne kadar basit ve tefekküre dayalı kaldığı hissediliyordu: sayısız hayalci, ağaçların gölgesine, kahvecilerin ya da berberlerin kapısına, bir nargilenin, mini minnacık bir fincan kahvenin ya da sadece az miktarda Uludağ karıyla soğutulmuş bir bardak suyun başına oturmuştu. Ağaçlar, her yerde ağaçlar, taptaze sürgünleriyle asırlık asma çardaklarının baştan başa kubbe gibi örttüğü sokaklar. Orada burada, yol kavşaklarında, tıpkı uzaklardaki orman içleri gibi, yeşil loşlukta yıkanan ufaklıklar beliriyordu.
Yeşil Cami, Pierre Loti