Reşat Nuri Güntekin Sözleri

PAYLAŞ
Reşat Nuri Güntekin Sözleri
  • 3513
  • +
  • -

Yazımız 1 Ocak 2025 tarihinde güncellenmiştir.

Reşat Nuri Güntekin (25 Kasım 1889;, İstanbul – 7 Aralık 1956; Londra), Cumhuriyet dönemi edebiyatında önemli bir yeri olan Çalıkuşu, Yeşil Geceve Anadolu Notları gibi önemli eserlere imza atmış romancı, öykücü ve oyun yazarıdır.

Yazı hayatına I. Dünya Savaşı sonlarında başladı. “Çalıkuşu adlı romanının 1922’de Vakit Gazetesi’nde tefrika edilmesiyle şöhrete kavuştu.

Güntekin, 1931’de maarif müfettişi oldu ve bu arada Dil Heyeti’yle birlikte bazı çalışmalarda bulundu. Anadolu’yu baştan başa dolaşmasına neden olan müfettişlik görevi sayesinde ülkenin gerçeklerini yakından görme ve tanıma imkânı buldu.

1950’de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Türkiye temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevleriyle Paris’e gitti. Paris kültür ataşeliği yaptı. Kanseri teşhisi konulduktan sonra tedavisi için Londra’ya gitti ve orada hastalığına yenik düşerek öldü. 13 Aralık 1956 günü, Karacaahmet Mezarlığı’na gömüldü.

Ölüm yıl dönümünde yazarın eserlerinden yaptığımız alıntılardan bir demet hazırladık…

Reşat Nuri Güntekin Sözleri

Reşat Nuri Güntekin

İnsanlarda iyilik asıldır.

 

Yara sıcakken acımaz.

 

Allah ne yaparsa iyi yapar.

 

Doğru söze darılmak ayıptır.

 

İnsan, açık düşünmeli, açık söylemeli.

 

Kaza, insana kaştan, gözden yakındır.

 

Acımak bir süre sonra hissizleştiriyor insanı.

 

Artık kalbim öldü. Sevmeye kudretim kalmadı.

blank

Bazı uykuların ağırlığından korkmak lazım.

 

Beklemediğin zamanlarda olur, ne olacaksa.

 

Çok sevmek yetmez mühim olan güzel sevmek.

 

Ne bileyim, insan kalbi, öyle anlaşılmaz bir şey ki!

 

Saadeti saklamak, derdi saklamaktan çok daha güç.

 

Bir hayale esir olan insanlar delilerin en büyükleridir.

 

Yaşamak hakikaten doyulmayacak kadar tatlı bir şey.

 

En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı?

 

Halis muhabbet kavgasız, gürültüsüz olmaz derler.

 

Hayata paçavra diyen, meğer ne doğru söylüyormuş.

 

Kolayca teselli edilecek dert insanı böyle ağlatmaz.

 

Üşümek mi? İnsanın içinde güneş yanarken üşümek mi?

Sabit fikirler insanı, kanserler eti nasıl kemirirse öyle kemiriyor.

 

Düşmesini istemeyen, zamana ayak uydurmasını bilmeliydi.

 

Ölüm öyle bir şey ki insanı en büyük düşmanlarıyla barıştırıyor.

 

Ben kendi yolumda emin adımlarla yürüdükten sonra korkum ne?

 

Felaketi ağır ağır haber vermek testere ile adam kesmeye benzer.

 

İnsan birini sevmek felaketine uğradı mı esir gibi bir şey oluyor.

 

Saklamaya çalışma nafile. Sevda, çocuk gözlerinden uyku gibi akıyor.

 

Memleketin ancak okuyup yazmakla kurtulacağına inananlardanım.

 

Ayrılık, kuvvetli aşkları büyütür, hasta olanları büsbütün öldürür.

 

Dünyada, bir parça iyilik edebilmekten daha güzel bir şey olmuyor.

 

Yürümeye başlamış fikirleri yollarından alıkoymak mümkün değildir.

 

Hastalar gibi, mesut olanlara da geceler öyle uzun geliyor ki.

 

Hiçbir şey maziyi musiki parçaları kadar kuvvetle canlandırmıyor.

 

Fakat yüreğimdeki gizli yaralar vücudumdakilerden çok daha derindi.

 

İnsan sevdiğinden uzak olursa onun sitemlerini bile hoş görür.

 

Çalışmak, bütün ruhuyla, kendini başkalarına vermek ne güzel şey!

 

Galip insanlar için iyi ve merhametli olmak ne kolay ve şık bir jesttir.

 

Aydınlık, hasta gözleri nasıl incitiyorsa, saadet de hasta gönülleri öyle sızlatıyor.

 

Aynı duayı birbirinden habersiz eden iki insan, er ya da geç birbirlerine kavuşurlar.

 

Evimdeki yalnızlıktan nasıl korktumsa içimdeki yalnızlıktan da öyle korkuyorum.

 

Bazı tesadüfler insana elli senede öğrenemeyeceği şeyleri iki dakikada öğretiyor.

 

Çirkinin ağzındaki güzel söz, acizin ağzındaki haklı söz kadar boş faydasız bir şeydi.

 

İnsana en yakın akrabaları kalpsizce vurduktan sonra yabancılar vurmuş ne çıkar?

 

Akşam oldu mu şehir, bir kocaman kabristana dönüyor, yüreklere bir kasvettir çöküyor.

 

Her şey gibi sevmek de parası, vakti , az çok rahatı olan insanlara mahsus bir imtiyazmış.

 

İnsan ancak kaybettiği yahut kaybetmek üzere olduğu şeyleri böyle birdenbire sevmeye başlar.

 

Günümün birkaç saatini kitaplara verdim. Okurken başka bir dünyaya girer bütün dertlerimi unuturdum.

 

Evet, insanın bir cenaze arkasında yürüdüğü zaman, dünya hırslarından en temizlendiği zamandır.

 

Diş ağrısı çok fena şey enişte,dedi.Fakat yeri belli olan,ağrılardan korkmamalı.Derinlerden gelen bazı ağrılar var ki…

 

Uğranılan haksızlıklara ve hakaretlere koyun gibi tahammül etmemek insanlığın başlangıcıdır evlat.

 

İnsan ne kadar acı olursa olsun bir mecburiyeti kabul ettikten sonra içine sükun ve tevekkül geliyor.

 

Derler ki; aşk, birine seni yok etme kudreti verip, bunu kullanmama hususunda ona itimat etmekmiş.

 

Manzaralar, çehreler, hatıralar insandan uzaklaştığı nispette güzelleşir, şairaneleşir; türlü bulutlara, sislere, renklere bürünür.

 

Elemlerde bir gizli şefkat var gibidir. Şikâyet etmeyenlere, kendilerini güler yüzle karşılayanlara karşı daha az zalim olurlar.

 

İnsan,kuyuya düşer gibi paldır küldür yuvarlanmaz. Böyle gafil mantıklarla kendini aldata aldata,alıştıra alıştıra namussuz olur.

 

Seyahatler adeta roman vakalarına benziyor, dedi. İnsan,yolda tesadüf ettiği insanlarla çabuk dost oluyor, sonra ayrılırken adeta acı duyuyor.

 

Ben saadeti ikiye ayırırım. Başkalarından alınan saadet, başkalarına verilen saadet. Benim için hakiki saadet başkalarına verilen saadettir.

 

Fakat nereye? İstanbul öyle bir hale gelmiş ki sokakta kaldırımların üstünde yatıp ölsen:”

Acep insan açlığından nasıl ölürmüş hele bir seyredelim!” diye etrafına bir yığın ahali birikecek…

 

İnsanlar için şöyle böyle deriz ama, aralarında iyileri de var… Fakat yazık ki, onlar, bu dünyada bir türlü bahtiyar olmanın yolunu bulamıyorlar. Ya bir çakır pençe arkadaşa düşüyorlar, ya akraba ahbap şerrine uğruyorlar. Sessizliklerine, saffetlerine, hilm ve tahammüllerine kurban olup gidiyorlar.

 

Mektepte bize şiir ezberletmişlerdi. İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, her birinin gönlümüzden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırırmış. Bunu yazan şair ne kadar haklıymış.

 

“Niye kitap okumuyorlar?” demek “Niye piyano çalmıyorlar?” demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak lazım gelirdi. Okumak bir kitaptan alınan elemanlarla kendine manevi bir dünya yapmak, onun içinde tek başına yaşayabilmektir. Bu, ta çocukluktan başlayan uzun alışkanlıklar ve egzersizler neticesidir.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir