Yazımız 26 Ağustos 2021 tarihinde güncellenmiştir.
Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Bey’in oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey´in yeğeni olan Alp Arslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. 20 Ocak 1029 tarihinde Harezm şehrinde doğmuştur. Dandanakan vb. savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra Horasan valiliğini üstlendi. Tuğrul Bey’in ölümünden sonra Selçuklu tahtına çıkmıştır.
Zaferden bir yıl sonra Horasan seferini yaparken 1072 yılında şehit edilmiştir. Turkmenistan’in Merv sehrinde defnedilmiştir.
Bu yazımızda bu büyük zaferin kumandanı olan bu büyük hükümdarın sözlerinden bir demet sunuyoruz.
Savaşı seviyorum, çünkü sonunda zafer var.
Size öyle bir vatan aldım ki; ebediyen sizin olacaktır.
Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor, uğrunda cihat ediyorum. Ey Allah’ım! Niyetim halistir; bana yardım et.
Ey Askerler! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. Ben nefsimi Allah’a adadım. Benim için şehadet de, muzaffer olmak da bir saadettir. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.
Bütün oba beylerine, köylere yaylaklara haberler salınsın. Milletimin erkekleri, kadınları, kızları bilsinler ki, Çağrı Bey oğlu Sultan Alparslan, eğer bu çetin harpte yenilir ve milletinin namus ve şerefini koruyamazsa, hayat onun kendisine bile haramdır.
Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:
300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor der. Sultan Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der: Biz de onlara yaklaşıyoruz…
Allah’ım! İslam’ın sancaklarını yükselt ve hayatlarını Sana kulluk için esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma! Ya Rabbi! Alp Arslan’ı, düşmanlarına karşı muzaffer kıl ve onun askerlerini meleklerin ile kuvvetlendir! Zira O, Senin rızanı kazanmak için varlığını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. O Senin yolunda ve dininin üstünlüğü için nasıl cihat yapıyorsa Sen de onu öylece koru ve düşmanlarını kahret!
Bir gün birkaç insan Sultan Alparslan’a Nizamül Mülk hakkında birçok şikâyet getirmiştir. Sultan namaz kıldığı için mektup yanına konmuştur. Sultan namazını bitirip mektubu okuyup, Nizamül Mülk’ü çağırtmıştır. Kendisine:-Bu mektubu al yazılanlar doğru ise ahlakını güzelleştir değil ise iftira edenleri bağışla fakat onlara öyle işler ver ki insanları kandırmaya vakit bulamasınlar.
Alparslan savaş öncesi ordusuna şu şekilde seslendi:
Askerlerim! Kâfirlerin sayısı hesap edilemeyecek kadar çoktur. Onların yanında mancınıklar ve pek çok savaş aletleri vardır. Muvaffak ve muzaffer olmak istiyorsak, düşmanın içine girmemiz, onlarla göğüs göğüse savaşmamız, mancınıkları kurmalarına, savaş aletlerini kullanmalarına müsaade etmememiz gerekir. Sayımız az olsa da, ben minberlerde hem bize hem de Müslümanlara dua edilen bu vakitte düşmana saldırmak istiyorum. Bu vakit bütün minberlerde İslam orduları için dua edilen bir vakittir. Halk da bu dualara âmin diyecektir. Belki de Allah onlardan birinin duasını kabul eder. Ya Allah’ın yardımıyla zafere ulaşır, ya da şehit olarak Cennet’e giderim.
İçinizden beni takip etmek isteyenler arkamdan gelsin. Yaşamayı seven ve geri dönmek isteyenler ise kendilerine karşı herhangi bir kınama olmaksızın geri dönebilirler. Burada artık Allah’tan başka emir veren ve yasaklar koyan bir sultan ya da emirlere icabet eden asker yoktur. Ben de sizlerden biriyim ve bugün sizinle beraber savaşacağım. Benim ardımdan gelerek canlarını Allah’a hibe edenler için Cennet ve ganimet, bırakıp gidenler için Cehennem ve sefalet vardır.
KİTAP ALINTILARINDAN
Sultan Alparslan’ın önce hiçbir Türk Hükümdarı Fırat’ı geçmemişti.
Mustafa Alican
Eğer Türk ve İslam tarihinin son 900 yıllık kaderini çizen tek bir hadise ve şahsiyet göstersek bu, hiç şüphesiz Malazgirt zaferi ve Sultan Alparslan olurdu
İsmail Çolak
İslam dünyasında öğretim ve eğitim bakımından Selçuklu İmparatorluğu çağının bir dönüm noktası olduğu bilinir. Daha önceleri dağınık ve hususi şekilde yapılan öğretim, ilk defa Sultan Alparslan zamanında programa bağlanmış ve devlet himayesi altına alınmıştır.
İbrahim Kafesoğlu
“Yıllardır yüzünü batıya dönmüş ve Akdeniz den Karadeniz e uzanan denizlere nazir bir Büyük Selçuklu yu oluşturan Sultan Meliksah, babası Alparslan in kabrine gelirken yanımda bir avuç kum getirecektir. Akdeniz ve Karadeniz sahillerinden getirttiği bu kumu babasının kabrine bırakırken gözyaşlarıyla su cümleleri söyleyecektir: ‘Baba müjdeler olsun! Oğlun dünyanın sonuna kadar hakim oldu. ‘
TalhaUğurluel
Aksarayi’nin anlatımına göre Romanos Diogenes’i esir eden Selçuklu gulamının ilginç bir hikayesi vardır. Bağdat’ta askere katılacak askerlerin seçmeleri sırasında , sıraya girmiş gençler arasında bir tanesi boy pos , endam olarak beğenilmeyecektir. Bu kısa ve çelimsiz genç tam elenecekken orada durumu takip eden Selçuklu sultanı bu gence acıyarak şu sözleri sarf edecektir :”
”Belki de Rum imparatorunu o yakalar!”
”Sultanın bu sözleri gencin askere kaydedilmesini sağlayacaktır. Bu sözler sanki bir dua gibi kabul görecek ve herkesin küçümsediği bu çelimsiz genç, Sultan Alparslan’ın gönlündeki en büyük arzuyu yerine getirecektir.”
Talha Uğurluel
“Malazgirt’te bileğinin kuvvetiyle, dehasının zoruyla bize bu aziz vatanın kapılarını açan Alparslan’ı, muharebe emri vermeden evvel hangi kuvvetler ziyaret etti ve ona neler gösterdi? Üç kıtada genişleyecek yeni bir Roma’yı kurmak üzere olduğunu, talihini, avuçları içinde taşıdığı milleti, yeni bir tarih ve coğrafyanın emrine verdiğini, yeni bir terkibin doğmasına bir çınar gibi yetişip kök salmasına sebep olduğunu acaba hissetmiş miydi? Hiç tanımadığı dehalı çocuklar müstakbel zaferlerin kumandanları, henüz söylenmemiş şiirlerin şairleri, henüz yükselmemiş şaheser yapıların mimarları, henüz duyulmamış nağmelerin bestekârları etrafında henüz açmamış bir lecrin gülleri gibi dolaşmıyorlar mıydı? Gözlerinde Sultan Hanı’ndan, İnce Minare’den bir hayal yok muydu? Eğer yokduysa, bütün bunlardan habersiz, bu müjdeleri içinde konuşur bulmadan o büyük işi nasıl yaptı? Nasıl on senede Malazgirt’ten Akdeniz kıyılarına, bu toprağın tanımadığı ve tatmadığı bir ideali taşıdı? Fatih’in İstanbul fethinden evvelki uykusuzlukları, Bâkî’nin ve Nedim’in, Neşatî ve Nâilî’nin Sinan’la Hayreddin’in, Kasım’ın Itrî ile Dede’nin, Seyyit Nuh’la Tab’î Mustafa Efendinin ve daha yüzlerce onlara benzeyenlerin dehalarına yüklü bir kaderi kendisine taşımasından gelen bir sabırsızlıktan başka ne olabilir? Ve eğer o mübarek ağrı olmasaydı bütün bu eserler nasıl doğarlar, hangi mucize ile eski hayat ağacı yeni meyvalarla donanırdı? Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Anadolu yollarında dolaştıran, bin bir güçlükle güreştiren yapıcı ve yaratıcı ağrı, Malazgirt’in ve büyük fethin başladığı işi asırlar boyunca devam ettirecek ve nasıl Sinan ile Nedim’i, Yunus ile Itrî’yi muzaffer rüyalara borçlu isek, gelecek çağların şerefini yapacak olan isim ve eserleri de İnönü’nde, Sakarya ve Dumlupınar’da harita başında geçen uykusuz gecelere ve bu gecelerin ağır yükünü kemik ve kanı pahasına taşıyan isimsiz şehit ve gazilere borçlu kalacağız. Ankara Kalesi bu akşam saatinde bana bir milletin, tarihinin ne kadar uzun olursa olsun, birkaç ana vakanın etrafında dönüp dolaştığı, birkaç büyük ve mübarek rüyaya, yaratıcı hamlenin ta kendisi olan bir imanın devamına bağlı olduğunu bir kere daha öğretti.”
Ahmet Hamdi Tanpınar