Yazımız 3 Ağustos 2024 tarihinde güncellenmiştir.
Thomas Kuhn Sözleri…
Tam adı Thomas Samuel Kuhn olan Kuhn, 18 Temmuz 1922 Ohio da doğmuş ve 1996 yılında Cambridge vefat etmiştir. Amerikalı, fizikçi, tarihçi ve bilim felsefecisidir.
En önemli yapıtı 1962 yılında yayımlanan Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabıdır.
Bu kitap hem akademik çevrede hem de popüler bilim çevrelerinde büyük etki oluşturmuş ve “paradigma değişimi” (paradigm shift) kavramsallaştırmasını tanıtmıştır ki o günden bu yana sıkça kullanılan bir deyim haline gelmiştir.
Eserleri
The Copernican Revolution, 1957, (“Kopernik Devrimi”); The Structure of Scientific Revolution, 1962, (Bilimsel Devrimin Yapısı, 1982) The Essential Tension, 1977, (“Temel Gerilim”).
Yazarın eserlerinden yaptığımız alıntılarla bir derleme hazırladık.
Thomas Kuhn Sözleri
Gerçek, hata yapana, karmaşaya düşenden daha yakındır.
Zamanını doldurmuş kuramların, sırf bir kenara atıldıkları için, ilkece bilimsel olmadıkları söylenemez.
Herhangi bir paradigmayı reddetme kararı aynı zamanda daima bir başkasını da kabul etme kararıdır.
Gerçek zaten var, önemli olan kurduğumuz düşünce sistemi ve teorik anlayışla ona ne kadar yaklaşabileceğimiz!
How could history of science fail to be a source of phenomena to which theories about knowledge may legitimately be asked to apply?
Devrimin adı tekil olsa da, olayın kendisi çoğuldu. Özü matematiksel astronomide bir dönüşümdü; ancak kozmoloji, fizik, felsefe ve dindeki kavramsal değişimleri de kuşattı.
Yeni bir bilimsel doğru, hasımlarını ikna edip onları aydınlatarak zafere ulaşmaz, sadece hasımlar birer birer öldükleri için, yeni görüşten başkasını bilmeyen yepyeni bir kuşak oluşur.
İnsanın bir yenilik ya da buluş yapabilmesi için, karşı çıkacak kadar iyi bildiği bir geleneğe sahip olması lazımdır. İster sanatta olsun, ister bilimde, yenilik boşlukta yaratılamaz, eski geleneklere karşı çıkılarak yapılır.
Yeni paradigmanın, ya da ileride paradigma olabilecek esaslı bir ipucunun, genellikle birden bire, bunalım içine iyice dalmış olan bir adamın kafasında bir gece yarısı ansızın şekillenmesi daha olağandır.
Paradigma dışarıya az çok kapalı ve sınırlı bir dizi sorun üzerine dikkatleri toplamak suretiyle bilim adamlarını doğanın herhangi bir parçasını, başka türlü akla dahi gelemeyecek kadar derinlemesine ve ayrıntılı incelemeye zorlamış olmaktadır.
Tarih, yalnızca bir zaman dizimi ve anlatı deposu olarak görülmediği takdirde, şu anda bize egemen olan bilim imgesinde esaslı bir dönüşüme yol açabilir.
(History,if viewed as a repository for more than anecdote or chronology,could produce a decisive transformation in the image of science by which we are now possessed.)
Tarih isimlerini kaydetmemiş olmakla beraber kuşkusuz bu tür bunalımlara dayanaksızlıkları yüzünden bilim yapmaktan vazgeçmek zorunda kalan pek çok kişi olmuştur. Sanatçılar gibi yaratıcı bilim adamları da sırasında rayından çıkmış bir dünyada yaşayabilmelidirler. Sanırım karşı-örneklerin de tek başlarına yol açabilecekleri tek paradigma değişikliği budur, yani insanların bilimi terk edip başka bir mesleğe yönelmeleridir.
Bunalımdaki paradigmadan ayrılarak yeni bir olağan bilim geleneğini üretecek olan bir başka paradigmaya geçiş, birikime dayalı bir süreç olmaktan çok uzaktır, yani önceki paradigmanın geliştirilmesi ile yapılacak bir iş değildir. Tersine, bilim dalının farklı temellerden başlayarak yeniden kurulması söz konusudur. Bu yeniden kuruluş bilim dalının en önemli kuramsal genellemeleri ile birlikte paradigma yöntemleri ve uygulamalarının da birçoğunu değiştirir.
Siyasi devrimleri başlatan etken, var olan kurumların, bir ölçüde zaten kendi eserleri olan ortamın sorunları karşısında giderek yetersiz kaldıklarının artan ölçüde hissedilir hale gelmesidir ve bu çoğunlukla siyasanın bir kesimine kısıtlı kalan bir bilinçtir. Bilimsel devrimler de, buna çok benzer bir şekilde, yani, eldeki paradigmanın araştırmayı zaten kendisinin odaklamış olduğu bir doğa parçasını incelemek için gerekli işlevi artık yapamadığının artan ölçüde hissedilmesiyle başlar ve bu teşhis, gene, bilimsel camianın belli bir kesimine sınırlı kalır. Gerek siyasi gerek bilimsel gelişmede devrimin ön koşulu, düzenin bunalıma varan ölçüde işlerliğini yitirdiğini haber veren belirtilerin algılanmasıdır.
Önemli olan bir kuramın ne zaman doğrulanabildiği değil, hangi koşullarda ve ne zaman yanlışlanmış (çürütülmüş) sayılabileceğidir. Buna göre, bir bilgiyi sürekli sınadıktan sonra, sınama sonucu hala çürütülememiş olan görüşler hiç değilse şimdilik doğru sayılarak bilgi dağarcığına eklenir. Görüldüğü gibi doğrulama yönteminin tam mantıksal tersi olan bu yönteme göre, her ileri sürülen varsayım aksi kanıtlanıncaya kadar doğru sayılmakta, bir karşı-örnek çıkar çıkmaz da terk edilmektedir. Popper’ın bu şekilde tümevarımcılığa karşı ileri sürdüğü yanlışlama metodolojisi, yirminci yüzyılın bilim felsefesinde meydana gelen en esaslı düşünce karşıtlığıdır. Popper bir kitabına “Öyle sanıyorum ki büyük bir felsefe problemini, tümevarım problemini çözmüş bulunuyorum” diyerek başlayacak kadar iddialıdır.