Yazımız 30 Ekim 2021 tarihinde güncellenmiştir.
Salı gününün fenomen dizisi Ufak Tefek Cinayetler’de geçen söz ve repliklerden bir demet hazırladık.
Dizi bugün FİNAL BÖLÜMÜ İLE VEDA EDECEK
Kerim: Sen baya kıskanıyorsun şu an beni farkındasın di mi?
Merve: Erkekler bayılır Oya’ya. Rock’n’roll Oya. Hele böyle hımmlaya hımlaya üstten konuşması yok mu?
Komiser Kemal : Yarın karanlık hayatınızın ilk sabahına uyanacaksınız.
Kemal bey böyle ani süprizler yapmayı çok sever.
Komiser Kemal: Motivasyonu bulursan katili de bulabilirsin.
Oya: Düşersem senide yanımda götürürüm.
Komiser Kemal: Çalsın bakalım kemanlar
Özellikle Oya için işler telafi edilemez bir noktaya gelmişti.
Merve Aksak’ın yerini tespit ettik
Genç Merve: Bir gün bunu mutlaka tekrar yapalım. Burada değil. Bir gün mutlaka Paris’e gidelim
Sabaha karşı istiridyelerimizi yerken güneşin doğuşunu seyrederiz.
Mehmet: İntikam nasıl alınır sana göstereceğim.
Kerim:Edip Hoca söz konusu ise akan sular durur.
“Gerçekler gün yüzünü severler. Anlam kazanırlar.”
Minnoş bir kedinin bile kuyruğuna basmayacaksınız, herkesin tahammülü bir yere kadar.
“İyilikte de, kötülükte de, ölçü kendinsin; eğer sen iyiysen, hayatta da iyi insanlar var demektir.”
İyiler intikam almaktan, birilerinin düşüşünden asla zevk almazlar. Ne kadar haksızlıktan mideleri bulansa da aynı şiddetle asla sevinmezler.
“Bizi biz yapan düşüncelerimizdir. Ne düşündüğümüz, bizim kim olduğumuzu gösterir.”
“Herkesin atlaması gereken bir eşik vardır. O zaman anlarsın, dağın arkası alabildiğine deniz…”
“Aşk bu. İnsan aşık olduğunda, iyiyi doğruyu hep birbirine karıştırır. Öyle bir deri değiştirir ki, kendini bile tanıyamaz.”
Gücü karşılamak kolay değildir. Çok ama çok sıcaktır o taht. Hayatta kalmanın zarif sanatını bilmeyenler, yeterince güçlü olmayanlar, yanar kavrulur o tahtta.
“Girilmemesi gereken yollar vardır. Üzerine gidilmemesi gereken askerler vardır. Saldırılmaması gereken kentler vardır. İyi bir komutan, bunları görebilen komutandır.”
“Yalnızlık çok karanlık, korkutucu bir kuyudur. İnsana kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını hissettirir. Kendini hepten uçurumdan atma isteği yaratır.”
Yeni kral geldiğinde ilk olarak af çıkarır. Suçlular eski, kötü günlerin suçlularıdır. İkinci bir şansı hak ederler. Çünkü kral merhametli görünmek ister ve tebaasına mutluluk vaad eder.
Şu hayatta ev sahibi misin misafir mi karar vermelisin. Ya hayatın tümünü kenardan izler, sana ne verilirse onu kabul edersin. Veya oyuna girip, kendi istediğini elde etmek için ellerini kirletirsin.
“İnsan kötü gününü görmüş birine minnet duyar mı sanıyorsun? Aksine, en çok onu yok etmek ister. Yani, iyilik bir nevi borç gibi… Kim alacaklısını sevmiş ki sanki?”
Kral, tahttaki son gecesini her zaman hisseder. Henüz kimse bilmese de, o yolun sonunu görmüştür. Ya kulak tıkar içindeki sese, ya da bir an önce kaçış planı yapar.
“Yağmuru severiz, ama yağmur yağdığı zaman şemsiyemizi açarız. Güneşi severiz, ama güneş açınca gölgeye kaçarız. Birine ‘seni seviyorum’ demek, bu sebeple biraz korkutucudur.”
Bazı yaralar çok ani açılır. Çok kanlı ve iyileşmesi zor bir yerden…İşte onların tedavisi de kanlı olacaktır. Hele de bir kralı yaraladıysan, geri dönüşünden çok korkmalısın.
“Aklımızdan geçen şeylerden sorumlu muyuz sence? Yani, hayata geçirmemiş olsak da, kötü, olmayacak bir şeyi düşünsek de, bu bizi suçlu yapar mı?”
Bazen evren bize ne yapmamız gerektiğini türlü yollarla gösterir. Kalbi temiz olanlara yardım eder. Eğrisi doğrusuna denk gelir ve olması gereken olur.
“Her savaşçının motivasyonu farklıdır. Bazıları kazanmak için savaşır, bazıları kaybettirmek için. Bazı savaşlar saldırı değil, savunma amaçlıdır. Bir ideolojidir arkasında yatan…”
“Ne acayip ya… Şu koskoca evrende, oradan baktığında, küçücük bir nokta bile değilim aslında. Ama sığmıyorum hiçbir yere. Fizan’a da gitsen, uzaya da gitsen, sen sensin işte! İnsan kendinden kaçamıyor, kurtulamıyor.”
Haydutlar haydutlara dokunmazlar çünkü birbirlerinden çekinirler. Ama iyilerin gözünün yaşına bakmazlar. Bu yüzden iyilerin yapabileceği tek şey, bir kenarda durmak, saklanmak ve haydutların ayağına basmamaktır.
“Her kumandan Aşil gibi şan peşinde olmaz. Bazısı savaşın yıkıcılığından çekinir. Fakat şartlar onu zorladığında, en barış yanlısı kumandan bile korkunç vahşileşebilir. Kaçarak ölmek yerine, savaşarak ölmeyi tercih eder.”
“İyi hep iyi, kötü de hep kötüdür belki de. Erdem sizi ilgilendiren bir şey mi, ona bakmak lazım. Kötüler hiç etkilenmez çünkü erdemden. Bir tek menfaat dengesi vardır onlarda. Herhangi bir şeyin, kendilerine dokunduğu zaman değeri vardır sadece.”
Dünyanın düzeni bu. İnsan hem sevgiye hem de korkuya yatırım yapmalı. İkisi birden olmuyorsa, korkuyu seç. Sevgi, geçici, güvenilmez bir yatırımdır. Korku ise, ruhuna bir defa düştü mü, sonsuza kadar yaşar. Korku sevgiyi her zaman yener.
“Hani bazen birini öyle bir halde görürsün ki, o güne kadarki onunla ilgili bütün bildiklerini yeniden düşünürsün. Yani çok eskiden beri tanıdığın biri de olsa, acaba yanlış tanımış mıyım diye düşünüp kalırsın. Yani öyle olmadığını bilirsin ama… Yine de öyle düşünürsün işte…”
Tehlike yokken hayat, bir oyun gibidir. Menfaat dengeleri üzerine kurulu bu oyunda, tüm oyuncular, galibiyet ve tatmin peşinde koşar. Ama tehlike anında oyunu sürdürmek mümkün değildir. Can güvenliği söz konusu olunca oyun unutulur. Ölüm tehlikesi, her şeyi anlamsız kılar…
Bir ip cambazını yüzlerce kişi neden izler? İpi geçtiğini görmek için değil, düştüğünü görmek için… Asıl seyirlik olan başarı değil, her zaman devriliş, başaramayıştır. Kalabalıklar en çok kralın devrilme hikayesini izlemeyi sever. O yüzden de uçuruma giderken kimse durdurmaz kralı, nefeslerini tutup susarak izlerler…
Dünyada insanlar ikiye ayrılır. Haydutlar ve iyiler olarak. Düzen gereği haydutlar her zaman kazanır. Çünkü herkesi kendileri gibi bilirler ve ona göre davranırlar. İyilerse, herkesi iyi sandığından gafil avlanırlar… Fakat geçici, ufak tefek zaferlerdir haydutların kazandığı. Evren sonunda adaletini mutlaka sağlar.
“Oya kendine gel. Bu dünya senin bildiğin gibi değil. Hayat var hayat! Gezersin, tozarsın, yersin, içersin, sevişirsin… Sen ne diye iki farenin deliğine hapsediyorsun kendini? Orası senin yuvan değil, orası kemirgenlerin yuvası. Sana huzur yok orada. Artık uç! Kanatlan! Hayatını yaşa! Senin bu hayattan alacağın var…”
Kral hiç bir zaman tahtını sessiz sedasız terk etmez. Giderken, geride kalanı yakıp yıkar. Bu yüzden tebaa çekinir, kralı değiştirmekten. Onun ne zalim olduğunu bildiğinden, gitmesini isteyemez. Korkar. Bu yüzden krallar tahtlarında uzun süre oturabilirler. “Neye mal olursa mal olsun, ayakta kalmak”… onların en iyi bildikleri şeydir.
“Oscar Wilde, Bülbül ve Gül hikayesinde, aşk uğruna fedakarlık yapan, iyi yürekli, güzel sesli bülbülün hikayesini anlatır. Bülbül, öğrencinin, sevdiği kıza kırmızı gülü verebilmesi için, hayatından vazgeçer. Oysa öğrenci de, sevdiği kız da, bu iyiliği anlayamazlar. Çünkü, bencillikleri o kadar büyük, kalpleri o kadar karanlıktır ki, ne aşkın, ne iyiliğin, ne arkadaşlığın farkına varabilirler.”
Nasıl ki yapılan kötülükler bir gün gelip insanı bulursa, iyilik de gelip öyle bulur işte. Ama büyük bir farkla… Kötülük bir kanser gibi insanın tüm ruhunu kurutup yavaş yavaş yok ederken, sevgi tam tersidir. İnsanın kalbinden içeri sızdığında, tüm eksiklikleri gedikleri birer birer kapatır. Hiç ummadık bir anda yalnızlığı da, kederi de, yerle yeksan eder.”
“Evet, bir yara aldın. Ama geçecek. İnan bana. Ama bunun tek ilacı ne biliyor musun? Kabullenmek… Bu ilaç, senin ömür boyu çok işine yarayacak. Üstelik sonra üzerinden zaman geçtikten sonra da o kadar büyük acı çekmeyeceksin. Hem öyle yıkılmış bir dünyan yok. Zaten bu öyle kimsenin yapabileceği bir şey değil. Anca sen yıkabilirsin, anca sen kurabilirsin.”
Buna cesaretin yoksa, başına gelenlerden şikayet etmeye de hakkın yoktur.Cüret et, davran, her şeyin üzerinden akıp gitmesine izin verme, sahip çık. Sen misafir değilsin. Ev sahibisin! Ve bu eve kimin girip kimin giremeyeceğine sen karar verirsin! Kazanma ihtimalin olması için önce kendi varlığını cesurca ortaya koyacaksın…. Ama kaybetmekten korkanlara şu hayatta ne bir heyecan var, ne de kazanılacak bir zafer!,,,