Yazımız 31 Ekim 2024 tarihinde güncellenmiştir.
Yusuf Atılgan Sözleri…Yusuf Atılgan, Türk yazar ve öğretmen. Türk edebiyatının ve Türk romanının modernist bir düzleme geçtiği 1950-1980 yılları arasında yazdı. Bu aralığın ilk modernist Türk yazarlardan biriydi. 27 Haziran 1921 tarihinde Manisa ilimizde doğan yazar 9 Ekim 1989 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir.
Yazarın eserlerinden yaptığımız alıntılardan bir derleme hazırladık.
Yusuf Atılgan Sözleri
İnsan kendine acır mı? Ben acıyorum.
Gözler konuşmaya başladığı zaman her şey susar.
İnsanların birbirine benzerlikleri, tümünün iki ayaklı oluşu şaşılacak şeydi.
Yatsam, hiç kalkmasam! Kalkıp düşmanlıklarla dolu bir güne başlamakta ne var?
İnsanların kaçınılmaz ikiyüzlülüğünü görüyordum. Bir gazozluk dostlar!
Başkaları bizi, baca dumanı gibi, dışarıya bıraktığımız belirtilere göre tanırlar.
“Bir gün sana dünyada katlanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim.”
Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde, sözle, yazıyla, resimle ya da susarak..
Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.
İnsanlar yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. olmak istedikleri, olamadıkları “kişi”yi anlatırlar.
Bu hayatta herkes bir şeye tutunur. Çünkü dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz.
Yaşamın güç olduğu dünyadan uzağa, çocuklukta tadılmış bir huzura kaçmak gerekti, hiç olmazsa bir güncük
Belki de insanlar kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı.
Yoksa bu aşırı gereklilik duygusu, o şeyin yokluğundan mı kaynaklanıyordu?
Hep böyleydi. Bir şey en gerektiği anda olmazdı.
Hepimiz korkağız. Korktuğumuz için severiz; korktuğumuz için yaşarız; korku yüzünden öldürürüz. En kötüsü kısa sıkıntılardan korkarız
Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü buydu. Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım.
Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır.
Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?”
“ Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! “
— Bütün bu “siz”ler, “iz”ler, “uz”lardan sıkılırım ben. Yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana. İkinci konuşmamda ‘sen’ diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam. Ne dersin(iz)?
— Galiba sizi anlıyorum.
— Yanılıyorsun. “Siz” anlanamaz, “sen” anlanır.
Ya insanlar? Onların yaşamasında her şey ayrıntı. Önemli olan yemek değil, yenecek yemeğin çeşididir; giysi değil, giysinin çeşidi; ayakkabının çeşidi. Günlerin adı bile… Belli günlerde belli yaşamaları vardır. Pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! Hep ayrıntılar! Paranın sayısı gibi..
Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez.